0H!.. KADEHİM YALNIZCA SU DOLU
1941’de TBMM kürsüsüne çıkan Antalya Milletvekili Rasih Kaplan şu konuşmayı yaptı: “ Size bir misal arzedeyim: Antalya’dayım, Müdde-i umuminin (savcının) yanında müftüyü gördüm; isticvab ediliyordu (sorgulanıyordu). Hayret ettim, çünkü Antalya’daki müftü ta Milli Mücadele’den bugüne kadar müftümüzdür. Milli Mücadele’de çok çalışmış karakterli bir arkadaştır. Kendisi, cürüm (suç) ve ceza ile alâkası olmayacak derecede sâkin, iyi ahlâklıdır. Binaenaleyh müftü gittikten sonra sordum. Müdde-i umumi (savcı) dedi ki: birisi (…) bir ihbarname veriyor: “ Dün öğle namazında camiye gittim. Müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra baktım, müftü namaza başlamadı, dikkat ettim, dudakları kıpırdıyor, Arapça kamet getiriyordu…” Müdde-i umumi bunun üzerine takibata başlamış…” ( TBMM zabıt Ceridesi, 1:55, 23.5. 1941, c.1, s.144.)
İnsanın aklı, mantığı almıyor, diyeceğim, ama her ihtilal, darbe, muhtıra… dönemlerinde bu ve buna benzer şeyler yaşanmadı mı, bu ülkede? İnsan, bu ülkeyi yönetenlerin, bu milletten, bu milletin değer yargılarından, inançlarından ne alıp veremedikleri var, diye sorası geliyor? Ya Hu, adamın dudakları kıpırdadı diye, onun ne dediğini duymadan onu sorguya çekmek!.. Ya da, müftüyü şikâyet eden de cami cemaatinden biri; senin ne işin var camide, madem?.. Tövbe Ya Rabbi!
Değerli dostlar, daha dün “28 Şubat” denilen bir lağım seli yaşamadık mı? İliklerimize kadar inanç ve değer yargılarımızın sorgulandığı günleri unuttuk mu sanıyorlar? Gencecik kızlarımızın sokaklarda sürüklendiği, işgal güçlerinin yapmadığı rezaletler bu milletin çocuklarına reva görülmedi mi? Başörtüsünü görünce, kızıl görmüş boğa gibi saldıran insan kılıklı çukurları her gün televizyonlarda, caddelerde, sokaklarda, salonlarda görmedik mi? Görmekle kalmadık, bütün bu zulümleri, viski kadehleriyle demlenen kafalarla cadı avuna çıkarcasına mest olmuş medya mensuplarının şehvani akışlarına şahit olmadık mı? “Filan lisenin çatısında iki genç yakalandı! Flaş!.. Flaş!..” Neymiş? “Namaz kılıyorlarmış!” Biz bu günleri ve bu zalimleri görmedik mi?
Şunu bilmemiz gerekiyor: Bunlar din düşmanı değil, İslam düşmanıdırlar.
Şimdi geldiğimiz durağa bir bakalım:
İmam Hatip Okulları tam ayar açık. Başörtüsü her kademede serbest. Okullarda seçmeli de olsa Kur’an-ı Kerim ve Siyer dersleri okutuluyor. Kimse inançlarından dolayı sorgulanmıyor. Ve daha birçok kazanımlar. Her başlangıç sıkıntılıdır, gördüğünüz çirkinlikleri eleştirmeyin, nasıl iyi olurunun hesabını yapın.
Bazılarınızın aklından geçebilir, “Bunca soruşturma, medyaya baskı.. ne anlama geliyor?” diyebilirsiniz. Mekke fethedildiğinde, Peygamber (AS) herkesi affetti, bir tek ihanet edenleri affetmedi ve onları (Yahudiler) Medine’den sürdü. Demek ki ihanetin bedeli ağırdır. Osmanlı, İslam hukukuyla yönetildiği için, daha önceden “millet-i sadıka” olarak algıladığı ve koruduğu Ermenileri, ihanetleri neticesinde tehcire, yani sürgüne göndermiştir.
Hiçbir devlet, kendine ihaneti affetmez; ederse zaten kendisi yaşayamaz.
Medya… A gözüm, daha düne kadar Türkiye’de medya tek gözlü, tek ayaklıydı. İstediğinde iktidarlar deviriyor, istediğinde yeni iktidarları iş başına getiriyordu. İktidar patronları, başbakanları pijamayla karşılıyor ve bundan da gurur duyuyordu. Birisi çıkıyor, hiçbir dönem bu kadar baskı yapılmadığından, söz edebiliyor. Sen hiç 163. Madde’yi hatırlamaz mısın? Kur’an okudu, tesbih çekti, kitap bulundurdu diye bu milletin çocukları yıllarca hapishanelerde yatmadılar mı? Ya hu, üstelik “nurcu” takılan bu tipler, Said Nursi’nin 35 yıl sadece inançlarından dolayı çektiklerine de saygınız kalmamış.
Evet, bir ayrışmanın eşiğine gelmişiz. Bu ayrışma aslında çok hayırlı bir temizlenmedir. Bugüne kadar içine şarap dökülmüş su içiriliyordu, bu millete; şimdi sular şaraptan ayrıştırılıyor. Toplumumuz kirliliklerden temizleniyor. İsteyen istediği gibi yaşayabilir; tek şartla, münafıklık, iki yüzlülük yok!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT