“28 EKİM”DE YAZANLAR
Bu tip konulara girmek benim pek tarzım değil; fakat piyasada kendine “yazar- gazeteci” süsü vermiş öylesine müptezel insanlar vardır ki, insan onlardan iğreniyor. Ne edep tanıyorlar, ne hayâ, ne de bilgi. İşlek kalemleri de yok bunların; bu nedenle yazılarını okutmak için hakaret ve küfürler savururlar, edep dışı yazılarla gençliği ifsat ederler. Hiçbir sorumluluk duygusu taşımazlar. Hele adına “sosyal medya” denilen dipsiz ve zift dolu kuyularda debelenen niceleri vardır ki, insanlık denilen o güzel hasletten tamamen uzakta kalmışlardır. Bunu da kendilerine bir paye olarak alırlar.
Bu tipleri anlatması açısından, Çek yazar Yaroslav Haşek ( 1883- 1923 )’ten bir alıntı yapmak istiyorum:
“ Bir yaşıma bastığımda bütün Prag’da gözlerini oymadığım, ya da kuyruğunu koparmadığım bir tek kedi kalmamıştı. Bakıcımla gezmeye çıktığımda şehrin bütün köpekleri beni daha uzaktan görür görmez kaçmağa başlıyordu.”
İtirafname adlı eserinden:
“ 28 Ekim” gazetesi bir dizi makale ile beni Çek kamuoyunun önünde yerin dibine batırıp çıkarmaya çalıştı. İtiraf edeyim ki, hakkımda yazdığı şeylerin hepsi gerçektir. Ben “28 Ekim”in yazdığı gibi sadece bir alçak ve serseri değil, daha da kötü bir haydutum.
Altı aylıkken ağabeyimi yedim ve tabutundaki aziz resimlerini çalıp hizmetçimizin yatağına sakladım. Kızcağız hırsızlık ettiğinden evden kovuldu, ölü soyuculuktan ise on yıl ağır hapse mahküm edildi. Sonradan günlük hava alma sırasında diğer mahkûmlarla kavga ederken öldü. Nişanlısı kendini astı ve geride altı gayrı meşru çocuk bıraktı. Bunlardan birkaçı sonradan uluslar arası otel hırsızları olarak parladı, biri papaz oldu, en büyüğü ise “28 Ekim”de yazıyor!” ( Dünya Edebiyatçılar Sözlüğü, S. Kemal Karaalioğlu, İ. Aka Yay. )
“28 Ekim”de yazanlar bitmedi, aksine çoğaldı ve köşe başlarını tuttu. Köşelerinden yaylım ateşlerine devam ediyorlar. Bunlarda hiçbir ölçü olmadığı için kolaylıkla iftira atabiliyor, yalan haber üretebiliyorlar. Özellikle gençleri tuzaklarına düşürmekten şeytani bir zevk alıyorlar. Bunlar sadece kendileri için yaşıyor ve diğerlerini kendi kaprislerinin kurbanı olarak görüyorlar. Hele bir de “özgürlük, adalet” gibi kavramlardan söz etmeleri yok mu, insana saçlarını yolduruyor.
T. S. Eliot (İngiliz şair, eleştirmen) şöyle diyor:
“ Birçok kişiler bilmiyorlar ki, büyük yazarlar, hele büyük şairler yetiştirmekte devam etmedikçe, dilleri zamanla kötüleşecek, kültürleri soysuzlaşacak ve belki de daha güçlü bir dil tarafından sömürülecek, yutulacaklardır.”
Doğru bir tesbit. Bunun için eğitim ve kültür hayatı, bir toplumun can damarıdır. Kendi kültürünüzü, değer yargılarınızı, gelenek ve göreneklerinizi nesillerinize aktaramamışsanız, gelecek günler sizin için aydınlık olmayacaktır. Bir insanı memleketinden ayırabilirsiniz, fakat yüreğini ondan koparamazsınız. Ne var ki, memleketinden ayrılmadan yüreğini başka diyarlara salan müptezeller ( değersiz, bayağı, aşağılık) de yok değildir. Bu müptezeller köşe başlarını tutarlarsa, siz onlarca köprü, yol, hastane, okul da yapsanız; kabuktan öteye gidemezsiniz ve öze ulaşamazsınız. Bu durumda derin kuyular nesillerinizi yutar.
Japonya’daki kimonolu kadınlara öykünmeyelim, bizim öylesine bir tarihimiz, öylesine bir gelenek ve kültürümüz vardır ki, tanımış olsaydık onları sever ve sahiplenirdik. En büyük kötülük, nesillerini kendi mefahirlerinden, kültürlerinden uzaklaştırmak, hatta onlara öcü olarak tanıtmaktır. Fırsatını bulduklarında hemen başlarını çıkarmakta asla tereddüt etmiyorlar.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT