“AĞLAYIN SU YÜKSELSİN, BELKİ KURTULUR GEMİ”
Bir insan düşünün; halinde, duruşunda bir çöküntü, sesinde bir kısıklık, yüzünde yumuşama ve mahcupluk, başı öne düşük, gözlerinde bir değişiklik, suratı da kızarmışsa bu insan için bir hükme varabiliriz: Korkmuş veya utanmış!
O insan için hüküm verirken, haline bakarak, fiziğindeki değişiklikleri göz önünde bulundurarak verdiğimiz hüküm, genellikle doğru sonuçlar doğurur; çünkü onun duruş işaretleri, bizi bu sonuca götürür.
Şimdi bu durumu toplum yapısına uygulayalım:
Tarihi süreç içinde bilebildiğimiz her toplum, daima belli bir aşamaya ulaşınca lüksperestliğe, debdebeye, israfa, ayyaşlığa yönelmekte, gününü gün ederek aşırılık yoluna düşmektedir. Bu savurganlık, kendini bilmezlik sonucunda yıkılma, parçalanma, çöküş ve dağılma olduğunu görüyoruz. Yunan, Roma, Çin, Hint, İslam toplumlarının tarihlerine bakıldığında bu sonuçlarla karşılaşırız. Lüks ve yıkılma sebep- sonuç olarak karşımıza çıkar. Paylaşımın olmadığı bir servet yığılması, tekellerin çoğalması toplumların ahlâk yapısını bozar. Ahlâkı bozulan toplum yaşayamaz.
Bu tip toplumlarda iki grup oluşur:
Birinci grup; zayıf ve mahrum kalan grup: Bu grup intikamcı, yırtıcı, hırsız, asi, dalkavuk, meddah, hizmetkâr, köle veya uşak olur. Bastırılmış duygulara sahip oldukları için bunların birinci özellikleri yalakalıktır. Toplumdaki problemlerin ana kaynakları bunlardır; fakat bunları bu ahlâksızlığa itenler de ikinci gruptakilerdir.
İkinci grup; kuvvetli grup: Bu grup ise zalim, aldatıcı, yalancı, halk ve insanlık düşmanı, gözü doymaz ve hırslı, paratapar olur. Toplumun değer yargılarını, inançlarını küçümser. Kokuşmuş düzenlerinin değişimine asla yanaşmazlar. Bu gruptakiler, zulüm düzenlerinin muhafazakârlarıdır.
Bu zulüm düzenini yıkmak, insanları fıtratlarıyla tanıştırmak için gelen önderler, ikinci gruptakilerle pek iletişime geçemezler; çünkü onlar, içinde bulundukları durumdan gayet memnunlar. Zulüm düzenini devirmek isteyenler, alt tabakadaki insanlarla iletişime geçerler; çünkü onlar, içinde bulundukları durumdan memnun değiller.
Burada bir problemle karşılaşırız: Birinci gruptakileri örgütlemek çok kolaydır; fakat bunları ahlâki yönden terbiye edemezseniz, gücü ellerine geçirdiklerinde, ikinci gruptakilerden daha çok zalim olabilirler; çünkü birikmiş kinleri vardır. Ahlâki yönden terbiye ederseniz, bir Ebu Zer, bir Selman, bir Bilal olabilirler.
Bu iki grubun çatışmaması mümkün müdür? Ahlâkın bozulması, sapıklık, kaypak ilişkiler, insanlar arasında düşmanca yöntemlerle adalet, eşitlik, kardeşlik ve sevginin ortadan kalması gibi ahlâki çürümeler, toplumun kanser mikrobu olarak metastaz yapar. Bu çatışma sonucunda toplum dağılır.
Kapitalizmdeki sınırsız mülkiyetin doğurduğu negatif enerji, insanların içine doğal olarak “haset-kıskançlık” mikrobu düşürünce, gelişen düşmanca tavırlar komünizmi doğurdu. Komünizm, hakkı, adaleti, insanca paylaşımı arayan insanların bir rejimi değildi; o, zalim zenginlerin şatafatını kıskanan, fakat aynı zenginliği kendi eline geçirmek için çırpınan insanların rejimiydi. Hitler’den daha zalim değil miydi Stalin? Komünist rejimde adil paylaşım olmayınca rejim, hayatını sürdüremedi. Kapitalist rejimse, şeytan var olduğu sürece yaşamını değişik yer ve zamanlarda, şeytanlaşmış insanlarla ve değişik isimlerle devam edecektir.
İnsanların farklı farklı surette yaratılması, yeteneklerin farklılığı, değişik coğrafyalar elbette mutlak eşitliğe engeldir. Dünyada da zaten mutlak eşitlik söz konusu olamaz. İnsanlar arasında adalette eşitlik aranır, bunun dışında eşitlik olmaz. Sosyal adaletin oluşmadığı toplumlar dağılmaya mahkümdür; çünkü bu bir sosyal kanundur. On litrelik bir kaba on litre, yüz litrelik bir kaba da yüz litre su doldurulur. İkisi de doludur; bu adalettir, eşitlik değildir. Bir babanın 1.90 ve 1 metre boylarında iki oğlu vardır. İkisine de bir takım elbise yapacaktır. 1.90 metre boyundaki oğluna üç metre civarında kumaş alacak; eşitlik olsun diye 1 metrelik oğluna da üç metre kumaş mı alsın? Bu zulüm olur. Adil davranması için ikisine de birer takım elbise yapmalıdır.
Evet, insanları nasıl ahlâksızlık bozup insanlıktan çıkarıyorsa, toplumları da ahlâksızlık ve onun doğurduğu adaletsizlik yerle bir eder. Ahlâk ise, yaradılış gerçeği doğrultusunda yaşamanın adıdır. Yaratıcı Allah’tır, O’nun kullarına emrettiği düzeni oluşturanlar ve bu düzende yaşayanlar hem dünyada hem de ahirette huzurlu ve mutlu yaşayacaklardır. Gerisi mi? ebedi bir aldanış!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT