AH ŞU KOLAYCILIĞIMIZ
Yeterince bilgi sahibi olmadığımız herhangi bir konuda ne kadar doğru kararlar alabiliriz. Yaşamımızda hangi konu söz konusu olursa olsun o konuda sağlıklı hükümler, sağlıklı çıkarımlar ve doğru kararlar alabilmek, o konuda sahip olduğumuz bilgi donanımı oranına bağlıdır. Bir konuda ne oranda bilgi sahibi isek o oranda doğru kararlar ve sağlıklı varsayımlar yapabiliriz.
Ama gelin görün ki biz toplum olarak her şeyin kolayına kaçıyoruz. Hele ki bu, okumak ve araştırmak gibi süreçler gerektiriyorsa asla böyle bir zahmete girmeyiz. Buna gerek bile duymayız. Sadece o konuda gördüğümüz birkaç klişe söze ve birkaç klişe paylaşıma dayanarak hemen hükümler oluşturuyoruz. Hiçbir şeyi sorgulamıyoruz. Eleştirel yaklaşamıyoruz. Babadan dededen kalma doğru-yanlış ne varsa aynen kabulleniyoruz. Bu durum, doğrulara ulaşmamızı tesadüflere bırakır. Elbette ki gelenek ve göreneklerimizden ve geçmişimizin tecrübelerinden faydalanmalıyız. Ama gelenek ve göreneklerimizde yararlanmamız gereken doğruların yanında geçmişin şartlarında doğru olan ve fakat günümüz şartlarına ters düşen birçok husus da yer almaktadır. Örneğin atalarımız geçmişte fetihçi ve yayılmacı politikalar ve savaşımlar verdi diye günümüzde onlara özenmek ne derece doğru olur? Ya da örneğin sekiz yüz yıl öncesi şartlara göre olan yaşam biçimini günümüz şartlarında devam ettirebilmek mümkün müdür? Bunlara özenmek bize ne kazandırır? Bir kere o zamanların ve günümüzün ekonomik ve sosyolojik şartları birbirinden çok çok farklıdır. Değişen bu şartlara göre yeni yaşam biçimleri oluşmuştur. Nitekim Osmanlı Devletinin o muhteşem yükselişinden sonra çöküşünün temel nedeni gelişen ve değişen şartlara ayak uydurulamaması ve bu şartların çok çok gerisinde kalınmasıdır. Batıdaki sanayi devrimi ile birlikte feodalitenin ortadan kalkıp yeni burjuva sınıfının oluşması ile değişen toplumsal yapıya Osmanlı Devleti duyarsız ve uzak kalmıştır. Avrupa, bilimde ve sanatta büyük gelişmeler gerçekleştirirken, Osmanlı orta çağın bir adım ilerisine geçememiştir. Gerçi 1. ve 2.meşrutiyet dönemlerinde değişim çabaları görülmüştür. Ama ne yazık ki köhnemiş toplumsal yapı, iyi niyetli bir kesim aydının bu çabalarını boşa çıkarmıştır.
Şimdi bir an için Atatürk devrimlerinin ve Cumhuriyet yenilik ve değişimlerinin hiç olmadığını varsaysak, şu anki toplumsal ve sosyolojik yapımız ne olurdu? Hiç kuşkusuz Orta doğuda ve diğer İslam ülkelerinde gördüğümüz yapılardan farklı bir durumda olmazdı. Şimdi etrafımızda gördüğümüz Osmanlı hayranlığının hiçbir bilimsel ve sosyolojik dayanağı yoktur. Bu olsa olsa siyasi rant peşinde koşanların empoze ettikleri gerçeklikten uzak görüşlerdir. Ve ne yazık ki günümüzde hiçbir bilimsel ve sosyolojik temeli olmayan bu görüşlere kanan önemli bir kesim vardır.
Zaman zaman sosyal medyada laiklik karşıtı ve şeriat düzeni özlemi duyan paylaşımlar görmekteyiz. Bu paylaşımda bulunanların sağlıklı tarih ve sosyoloji bilgilerinin olmaması bir yana, şöyle bir soruya ne cevap verirler acaba? Günümüzde şeriat ile yönetilen ya da öyle yönetildiği sanılan bir sürü İslam ülkesi var. Ve bunların her birinde uygulanan şeriat, şu veya bu biçimde farklılıklar göstermektedir. Peki, bizdeki şeriat özlemcileri hangi tür şeriat düzenini savunmaktalar? Bunların bilmedikleri en önemli husus, Kuran da yer alan hükümler, evrensel ve üst yapı değerlerdir. Önemli olan, toplumsal ve hukuksal düzenimizin Kuran’da yer alan Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı bir şekle sokulmamasıdır. Öyleyse önemli olan şu soruyu sormaktır. Kanunlarımızın ve devlet işleyişinin hangi yönleri evrensel din kurallarımıza aykırıdır? Böyle bir aykırılık aynı zamanda yüzde 99 Müslüman olan halkımızın kamu vicdanına da ters geliyor anlamı taşır. Dolayısı ile Önemli olan din adına şekli şeriat uygulayıp topluma ekonomik, sosyal, siyasal her türlü baskının uygulandığı günümüz şeriat modelleri mi; yoksa kamu vicdanına dayalı, sosyal adaleti, çağdaş, tarafsız hukuk düzenini ve özgürlükçü demokratik bir anlayışa sahip yönetim biçimimi? Bu tercihlerin hangisini seçmeliyiz?
Hangi konu olursa olsun sağlıklı ve doğruları içeren bir düşünceye sahip olabilmemiz için o konuyla ilgili duyduğumuz birkaç klişe söz ve propaganda tek yanlı yayınlarla değil, mümkün olduğunca çok yanlı bilgi ve belge üzerinde çalışıp çaba göstermemiz gerekir. Hele ki Sosyal ve siyasal alanlarda yeterince bilgi sahibi olunmadan sistemler ve ideolojiler üzerinde sağlıklı doğru hükümler verebilmek hiç mümkün değildir. Birilerinin arkasından peşi sıra sürüklenmeyi kendi irademiz zannederiz. Oysaki irademizi gerçek manada ortaya koyabilmemiz için bilgi donanımımızı yeterince güçlü tutmalıyız. Tek taraflı bilgilerle değil, çok yönlü araştırmalarla irademizi kullanabileceğimiz bir seviyeye gelmeliyiz. Yok, bunu yapmayıp işin kolaycılığına kaçarak kulaktan dolma ilgilerle varacağımız hükümler ve vereceğimiz kararlar, her zaman yanılmaya ve yanlış tercihlere yöneliş risklerini yanında taşıyacaktır.
YAZIYA YORUM KAT