AHLÂK TERÖRÜ BEKA SORUNUDUR
Birkaç gün önce Düzce’de meydana gelen olayı medya kısaca şöyle yansıtmış:
“ Düzce’de yaşanan olayda çilingir dükkânına giren 95 yaşındaki Mustafa Necati Erdem isimli yaşlı adam selam verdi. Selamını almayan gençlere uyarı yapan yaşlı adam beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Gençlerden biri yaşlı adamı tokatlarken, M. Necati Erdem aldığı darbeyle yere yığıldı.”
Bu üzücü hadiseyle haber uzayıp gidiyor.
Fesübhanallah! Bugünleri de görecektik demek ki! 95 yaşındaki bir insana yumruk atıp onu yere düşürmek, yüzünü şişirmek, kolunu incitmek!..
Değişik zamanlarda ve değişik yerlerde buna benzer olaylar yaşanmıyor değil. Otobüste, tramvayda ayakta duramayacak kadar yaşlı, hasta, hamilelere yer vermeyen, uyuma numarası yapan gençlerin bu olaydaki gençten ne farkları vardır? Genelleme yapmıyorum, ama bu tip gençler çoğalmaya başladı ve hayattan da çürüme kokuları geliyor. Anasına, babasına, öğretmenine, yaşlısına saygı neredeyse unutuldu. Saygı kavramına “enayilik” olarak bakılır oldu.
Bu yaşananlar bizim kadim medeniyetimizin ürünleri değildir. Bu yaşananlar “çağdaş uygarlık düzeyi”nin yansımalarıdır. Bizim medeniyetimiz vakıf medeniyetidir. Batı uygarlığı ise sigorta eksenlidir. Vakıf, karşılıksız, Allah rızası için yapılan yardımdır ve insanı yüceltir. Sigorta ise, insanlığın yerlere düştüğü yerlerde başvurulan bir yapılanmadır ve cepleri doldurur, insanlığı yüceltmez.
Medeniyet bahçesinden çıkan ürünlere bakılarak oraların verimli olup olmadığına hükmedilir. Mesela bir Yunus Emre bizim medeniyet bahçemizin solmaz gülüdür ve şöyle der:
“ Her kim bize yanı bakar, Hak dileğin versin ona/ Vurmaklığa kastedenin düşem öpem ayağını.
Kim bize taş atar ise güller nisar olsun (saçılsın) ona/ Çırağıma (mum) kastedenin Hak yandırsın çırağını.”
Böyle bir ahlâk sisteminden gelen insanlar bugün ne hallerde bulunuyor? Yemez yediren, giymez giydiren; yetimi yerde ve elde komayan, düşküne yardım etmeyi ibadet bilen ve bundan çok derin zevk alan; büyüğüne saygı, küçüğüne sevgiyi hayat telakkisi edinen; sadece insanları değil, bütün yaratılmışları aziz bilen bir medeniyetin çocukları, bugün 95 yaşındaki bir dedeyi tokatlayabiliyorsa, bu ufunetin nerede ve nasıl biriktiğini araştırmak, bilmek durumundayız.
Bu ahlâk terörünün önüne geçilmezse yarınlarımız yaşanmaz duruma gelecektir. Gün gelir PKK ve benzeri terör geçer de, ahlâk terörünün önü alınmazsa işte o zaman “beka” sorunu tüm çıplaklığı ve acısıyla ortaya çıkar. Türk devletleri dış düşmanların saldırılarıyla hiç yıkılmadılar; iç kargaşalıklar, fitne ve fesat tohumlarının ekilmesi sonucu ahlâk terörünün kurbanı oldular.
Analar babalar, huzurun “Hu”sunun silinip yok olduğu evlat gönüllerinden çıkıp huzurevlerine sığınıyor. Bayramlarda bile “çok önemli işi” dolayısıyla anasını babasını “arayamayan” çocukların çevirdiği bir dünyada yaşıyoruz. O analar babalar ki, askerden gelse bile, yavrusunun üzerine battaniye örtmekten kendini alamaz. O ebeveynler, yavrusunun ayağına diken batmasın diye kendilerinin canını hiçe sayar. Fakat çocuk büyüyünce ana-baba demez, kendi zevkine bakar.
Her şeye rağmen ümitsiz değiliz elbet. Öyle gençler de vardır ki, ana-babasının düşkünlüğünde ona her türlü yardımda bulunmayı, destek vermeyi ibadetlerin en güzeli olarak algılıyor. Bir toplumda iyiler daima azınlıkta olurlar; fakat hayatı mayalayanlar da onlardır.
Vücutta deşilmeyen bir çıban ağrı yapar; fakat çıban deşilince de insan rahatlar. Toplumda çıban gibi duran insanlar vardır; onlar deşilince etrafı kirletirler, ancak toplumun bazı olumsuzluklarını keşfetmesine de katkıda bulunurlar. Düzce’deki olaydan da devletin çıkaracak olduğu dersler olacaktır ve alınacak gençlik önlemleri milletin yararına sonuç verecektir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT