AKİF’İ ÇOK ÖZLÜYORUZ
27 Aralık 2018,Mehmet Akif’in ölümünün 82. yılı. Onu rahmetle ve minnetle anıyoruz. Akif, bir büyük destan şairi, dava adamı, halis bir mümindi. Elbette Akif’i bir köşe yazısında anlatabilmek mümkün değildir.
Osmanlı’ya leş kargaları uçuştuğu zaman, vatan zor günlerin arifesindedir. Çanakkale’den geçemeyen Haçlılar, iki yıl sonra İstanbul’u işgal edeceklerdir. Vatan savunması için Ankara’da toplananlar çareler ararlar. Mustafa Kemal, Akif’i bizzat Ankara’ya davet eder: “Kastamonu’daki vatanperverane mesainizden çok memnun oldum. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşad’ın büyük hizmetleri oldu. Her ikinize de (Eşref Ediple beraber) çok teşekkür ederim.” diyerek Ankara’ya davet eder. Akif, 24 Nisan 1920’de Ankara’ya ancak varabilir; çünkü işgal nedeniyle İstanbul’dan çıkması çok zordur. Ankara’da Meclis’in kapısı önünde onu Mustafa Kemal karşılar.
İstanbul’dan devrin yazar ve şairlerinden hiçbirisi Ankara’ya gelmez, gelen sadece Akif’tir; çünkü o, halkının kanaat önderidir. Kürsülerden vaazlar ederek halkı vatan savunmasına hazırlar.
Vatan kurtulur, devrimler başlar, İstanbul’daki “batıcılar” Ankara’ya akın ederek sofraya kurulurlar ve fakat Akif umduğunu bulamaz ve adeta kahrolur. Savaş içinde ateş hattında hep “İslamcılar” vardı, savaşın ardında devrimlere karakterini “batıcılar” verdi.
Milletvekilliği de yapmış olan Akif, parasız pulsuz ortada kalır; çünkü ona emekli maaşı bile bağlamamışlardır. Ortada kalmakla da kalmaz, polis takibine alınır, tehditler duyar. Bir suçlu gibi her yerde izlenmektedir. İstiklal Mahkemeleri sorgulamadan insanları idam etmektedir. “Sen git, kumda oyna.” diyerek, alaylı bir şekilde tehditler yemektedir.
İstiklal Marşı’nı yazıp bu millete armağan eden Akif artık duramaz ve 1925 yılında Mısır’a bir nevi sürgün olarak gider. Oradaki hayatı perişanlık iççinde geçmiştir; bir yanda vatan hasret, diğer yanda çoluk çocuk sıkıntısı onu yer, bitirir. Artık iyice hastalanmıştır.
17 Haziran 1936’da vapurla yurda döner. Birkaç dost dışında onu karşılayan kimse olmamıştır. Üstelik İç İşleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından, İskenderiye Başkonsolosluğuna soruşturma açılır. Nedeni, “ Akif’e, yurda girme vizesi niçin verilmiştir?” Fesübhanallah!..
İstanbul’a gelince, Abbas Halim Paşa’nın kızı Emine Abbas Halim Hanımefendi, onu Mısır apartmanına alır. Kur’an okunan evde doğan ve Kur’an şairi olan Mehmet Akif, son nefesini de yine Hafız Necati’nin başucunda okuduğu Kur’an’ı dinleyerek verir.
At arabasıyla Beyazıt Camii’nin önüne, üzerine örtü dahi örtülmeyen bir tabut getirilir. Fakir bir cenaze getirildiği zannedilir. Fakat tabutun Mehmet Akif’e ait olduğu anlaşılınca, bir anda gençler ağlamaya başlarlar ve üniversiteye haber salarlar. Üniversite gençliği artık tabutu sahiplenmiştir. Gençler hemen Emin Efendi Lokantası’nın bayrağını alarak taburun üstüne örttüler. Resmi hiç kimse cenaze törenine katılmadığı gibi, cenazeye katılan gençlere de soruşturma açıldı, karakollara götürüldü, sorgulandı (Bu konuda birçok hatıra vardır).
Akif’in arabaya konulmayan tabutu, gençlerin omzunda taşınarak Edirnekapısı’na getirilerek bir toprak tümsekten ibaret olan mezara konur. Mezarı, vefatının ikinci yılında üniversite gençlerinin kendi aralarında topladıkları parayla yaptırıldı. Kabri 1960 yılında Edirnekapısı şehitliğine nakl olundu. 1986 yılı sonunda ise vefatının ellinci yılı dolayısıyla ve Kültür Bakanlığı’nın teşebbüsüyle kabri yeniden inşa edildi.
“Yürekler merhametsiz, duygular sufli, emeller har;
Nazarlardan taşan mana ibadullahı istihkar.”
Bugün de aynı değil midir; bakışlardan taşan anlam, Allah’ın kullarını hor görmek, küçük düşürmek, onlara “bidon kafa” diyerek hakir görmek… Akif ve Allah davasını omuzlayanlar kıyamete kadar unutulmayacak, Ahirette de –inşallah- sultan olacaklar, fakat onları hakir görenler ebediyyen sürüneceklerdir.
Ölümünün 82. yılında onu rahmetle, minnetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT