1. HABERLER

  2. YURT VE DÜNYA

  3. Altan'ın 11 Yıl Önceki İnancı
Altan'ın 11 Yıl Önceki İnancı

Altan'ın 11 Yıl Önceki İnancı

Yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesinde ezberleri bozan Ahmet Altan'ın 28 Şubat sürecinde sanık sandalyesindeki dileği tuttu...

A+A-

Yargılayın darbeci generalleri…

28 Şubat sonrası mahkemede, sanık sandalyesinde, hakim karşısındaydı yazar Ahmet Altan.

Yaptığı düşünmek, yazmak, kimlik ve mevkilerine aldırmadan suç işleyenleri, demokrasiyi tehdit edenleri, mesleğine ihanet edenleri eleştirmekti.

O gün mahkemede yüzüne okunan suçu ise; Türk Silahlı Kuvvetlerine ağır hakaret etmek ve askeri yıpratmaktı…

Altan, çekinmeden ve bedelini ödemeye razı olarak; yargılayın bu darbeci generalleri diye yazıyordu.

Aynı istek ve tavrını hakim karşısında da sürdürdü;

Sanık sandalyesinden söze “Sayın yargıç” diye başladı.

“Ben buraya yargılanmaya değil, bu ülkede eksikliği çok hissedilen bir şeyi, adaleti aramaya geldim.

Ben generalleri eleştirdiğim için buradayım.

Eleştirdiğim insanlar ise hukukun dışına çıksalar bile dokunulmaz olarak kalıyorlar.

İnanıyorum ki, bir mahkeme o ülkenin bir yazarını yargılayabiliyorsa, o ülkenin suç işlemiş bir generalini de yargılayabilir” cümleleriyle devam etti.

Zor zamanda insanın gerçek düşüncesini ifade etmesi, korkmadan yazması, tavrını ve yerini belirlemesi ayrı bir öneme sahiptir.

Yanlış yapan asker de olsa eleştirilir, eleştirilmelidir. Hangi rütbede olursa olsun kişilerin suçları kurumlara mal edilemez. Hiç kimsenin bireyle kurumu özdeşleştirmeye hakkı yoktur.

“Askeri yıpratmak” cümlesi “çürük elmaların” ihdas ettiği, kendilerini genelin içinde gösterip de kalkan oluşturarak korunma stratejisinin ürünüdür ve alabildiğine zayıf bir yoldur.

Sık karşılaşılan örtbas etme yöntemidir, fakat gerçeği değiştirmiyor. Suçlular kalabalık arasına karışarak izlerini kaybettiremiyorlar.

Şimdi gözü açılmış bir toplum duruyor karşılarında.

Yakın ve uzak geçmiş bütün yaşanmışlığıyla duruyor.

Çektirilen acılar dinmedi, akıttıkları kanlar henüz kurumadı.

Daha düne kadar bizim;

“Ordu göreve” diyen yaşlı aydınlarımız vardı…

“Masaya yumruğunu vuran” genelkurmay başkanı talebinde bulunanlarımız vardı…

Üniversiteleri kışlaya çevirmek isteyen profesörlerimiz vardı...

Elindeki gazeteyi, sayfasını ya da köşesini, kamerayı ya da mikrofonunu darbe yolunu açmak için kullanan medya mensuplarımız vardı…

Tank sesiyle dirilmek isteyen siyaset erbabı ve siyasi liderler vardı...

Darbe çığırtkanlığı yapan sendikalar, sivil toplum kuruluşları, iş adamı dernekleri, odalar, lokaller ve lobiler vardı…

Darbeden medet uman çeteler, hukuk dışına çıkmış sözde hukukçular, Kemalizmi sadece bu dönemlerde hatırlayan ve ulusalcılık sendromuna tutulmuş sahte Kemalistler vardı…

Darbe planlayan askerler vardı.

PKK gibi terör örgütleriyle ortak proje içinde içtenlikle yer alan “devlet görevlisi” kartvizitini kullanan karanlık adamlarımız vardı…

Kürt sorununu merkezden besleyen kişiler ve ilginç ilişkileri vardı…

Faili-i meçhul cinayetlerin failleri vardı...

Sorunların varlığından beslenen, kara para trafiğini işleten, uyuşturucu dahil her türlü yaşa dışı yollarla finans ve güç oluşturmaya çalışan ve bununla birlikte devletten, konumdan ve hukuksuzluktan geçinen yapılar vardı…

Çeteler, mafya vardı…

Darbe ürünü kurumlar ve darbe ürünü anayasamız vardı…

Spor dünyasından, üniversite mahfillerine, iş ve sanat camiasından aydınlara kadar “darbeci askerlerle” işbirliği yapan, emre amade bir zümremiz hep vardı…

Medyanın ekseriyetinin demokrasi dışı yapılarla “yandaş” haline geldiği, büyük toplumun korkup sindiği, hukukun üstünlüğünün üzerinden paletlerle geçildiği, postalın itibar gördüğü, dönemlerimiz de oldu…

Bu ülkede derin ve yerleşmiş bir darbe kültürü gerçeği var.

Ahmet Altan'ın sanık sandalyesinde resmettiği ve isyan ettiği yapı işte bunlardı.

Akıl ve vicdan hezeyanlara yenilmedi, hukuk bilinci ve özgürlük talebi her şeye rağmen direndi ve Türkiye'de yeni bir dönem başladı, süreç işliyor, demokrasi kendisini yeniden inşa ediyor. Hem de en geniş destekle, hukuka inanmış sivil ve askerlerin, gerçek aydınların, kamuoyunun marifetiyle…

Ahmet Altan dahil hiçbirimiz askeri yıpratmak kastında değiliz.

Kimsenin de bizi yıpratmaya hakkı olmadığını da biliriz.

Hukukun herkes için aynı oranda geçerli olduğu bir Türkiye istiyoruz.

Biz darbeci ve iç düşman üreten ordu değil, vatan sevgisiyle dolu kendi mesleğini dünya standartlarında yapan ordu lazım.

Biz mesleğine ihanet etmeyen generaller istiyoruz.

Gün gelip yaptıklarından utanmayacak, sanık sandalyesine oturmayacak, şerefini koruyacak, silah arkadaşlarını mahcup etmeyecek general istiyoruz…

Muhatabını korkutan değil, onda saygı uyandıran general istiyoruz.

Fakat ülkenin aydınları demokrasinin inşası ve hukukun üstünlüğü için her şeyi göz almıyorlarsa…

Bir ülkenin aydını karanlık bir yola tevessül etmişse, demokrasi yerine darbe demeye başlamışsa, o ülkede her şey yoldan çıkmaya başlamış demektir.

Ortada ne devlet kalır, ne de seçilmiş sivil iktidar.

İsyan her yerde baş gösterir.

Bütün bu dönemleri acı acı yaşadı Türkiye…

Bu ülkede aydın sorumluluğunu hakkıyla taşıyan insan sayısı o kadar azdı ki…

Ergenekon'un 10. dalgası okumuş, çok okumuş ve çok okutmuş, “kritik görevlerde” bulunmuş insanları da içine aldı. Gazeteler “devletin zirvesinden polis otosuna” manşetini atmak zorunda kaldılar.

Bakın fotoğraf tamamlanıyor, şema ve ilişkiler gittikçe netleşiyor.

Türkiye nereden nereye geldi…

Yol uzun daha yapılacak çok şey var, öğreneceğimiz yeni gerçekler hepimizi şaşırtacak.

Ne askeri yıpratma, ne rejim değiştirme, ne de cumhuriyetle hesaplaşma değildir bu, tek kelimeyle hukukun gücüyle arınma sürecidir.

Yıllar evvel, yargılayın darbeci generalleri dediği için sanık sandalyesinde oturan ve yargılanan yazar Altan o gün hayretini şöyle ifade ediyordu:

“28 Şubat dahil dört darbe yapmış, Lockheed rüşvet skandalına bulaşmış, Susurluk sanıklarıyla ilişkileri devlet belgeleriyle saptanmış, yazarlara, milletvekillerine, insan hakları savunucularına iftiralar atmak için raporlar hazırlayıp kampanyalar başlatmış olan, isimleri bilinen generallerden hiç birinin yargı önüne çıkmamış olması biraz garip değil mi?

Bunları yapanların değil de, bu yapılanlara karşı çıkan yazarların yargılanması adalete ve hukuka uygun mu sizce?”

Altan'ın sanık sandalyesine oturup da yazar naifliği içinde isyanını dile getirdiği tarihin üzerinden neredeyse on yıl geçti. Bu on yıl içerisinde yine yazarlar yargılandı, yine siyasete müdahale oldu, yine kanlar aktı…

Bir tek şey değişti, bütün engellemelere ve sulandırmalara rağmen, gladyo uzantısı olan Ergenekon sanık sandalyesine oturdu.

İçinde emekli generaller de var.

Şimdi anlıyoruz ki, bu ülkede sürekli operasyon yapan karanlık bir oluşum var. Üyeleri de geniş tabanlı bir koalisyonu oluşturacak şekilde seçilmişler…

Türkiye'yi yoran antidemokratik, kirli yapının varlığı gün gün daha da aşikar hale geliyor.

Suçlular eskisi kadar rahat ve pervasız değiller, şimdi en çok onlar korkuyorlar...

Ahmet Altan gözün aydın, seni o sandalyeye oturtmaya muktedir olan bu ülkenin vicdanı olmasını beklediğin hukukçular, darbe heveslisi generalleri de aynı sandalyeye oturmaya muktedir hale geldiler.

Bakın Altan'ın on yıl önce suç isnat edilen yazısından kısa bir bölüm;

“Askerlerin Çankaya'ya çıkacak zatı tarif etmeleri, başbakanın bunu çok doğal bulması gazete köşelerinde istihbarat ajanlarının yerleştirilmiş olması, bu ajanların kimliklerinin açıklanmasına rağmen basının hiç ses çıkarmaması, medyanın çirkin bir suç ortaklığını sırtlanması, Ankara'dakilerin iktidarı ve parayı paylaşmak için birbirlerine ayak oyunları yapması. . .

Hayatımıza her an her istediğinizde karışabileceğiniz inancı, eğer belinizdeki o silahtan kaynaklanmıyorsa nereden kaynaklanıyor?

Neden bu ülkede yaşayan hiç kimsenin, kendi yaşadıkları topraklarda olacakları belirleme hakkı ve gücü olmadığını, bu güce yalnızca sizin sahip olduğunuzu yüzümüze vurmaktan böyle zevk alıyorsunuz?

Hangi yasada yazıyor sizin Çankaya'ya çıkacak zatı tarif etme yetkisine sahip olduğunuz? Böyle bir yasa yok. Bunu biliyorsunuz. Bizim korkumuza güveniyorsunuz.

Ve bizi korkutuyorsunuz. Korkuyor ve susuyorsunuz.

Bizi aşağılıyorsunuz. Bizi yönetmek istiyor, hiçbir konuda karar vermemize olanak tanımıyor, iplerimizi elinizde tutmak istiyorsunuz.

Nereden alıyorsunuz bu hakkı? Burnuma bir silah dayanmasından ve 'sizin konuşmaya hakkınız yok' denmesinden bıktım.”

Haklı değil mi? Bugün hangimiz böyle düşünmüyoruz.

Ergenekon dalgasıyla ortaya çıkan nedir? Bütün boyutlarıyla gözü dönmüş bir terör örgütü değil mi, içinde kimler yok ki…

Türkiye'nin yorgun ve kayıp yıllarının fotoğrafıdır bu yapı. Elbette bedeli ödenmeli, hesabı sorulmalı… Hukuk vicdanları rahatlatmalı…

Altan, sanık sandalyesindeki son sözlerine yine “sayın yargıç” diyerek başladı: “Vereceğiniz karar benimle ilgili olmayacak. Vereceğiniz karar, siyaseti, ekonomisi, hukuku, eğitimi çökertilmiş bir ülkede artık hukukun ve adaletin varolmasını sağlayıp sağlayamayacağımız yolunda bir gösterge olacak. Sizden, adalete ve hukuka sahip çıkmanızı talep ediyorum.”

Ergenekon'a bir de buradan bakın…

Sizi bilmem, ben kendi adıma bu ülkenin yazarı Ahmet Altan'a “iyi ki varsın” diyorum… (Mehmet Gündem)

HABERE YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
1 Yorum