Annem…
Ayrılık kolay mı zannediyorsun annem. Aslan gibi evlatlarını arkadan bırakarak nereye gittin?
Daha babam gideli beş yıl geçti. Onun yokluğuna alışamadan sen niye gittin annem? Yetimdik, sen gidince hem yetim, hem de öksüz kaldık annem.
Ateş değiliz ki, yanıp kül olalım, yağmur değiliz ki, ıslanıp güneşte kuruyalım. Kuş değiliz ki, uzak diyara uçup, yanına gelelim. Ayrılık o kadar zor ki annem, kurumuş yaprak gibi daldan dala savurur insanı.
Bak özenle büyüttüğün çocukların büyüdü, iş sahibi oldular. Torunlarından evlenecek yaşa gelenler bile var. Var diyorum, Meryem, Ayşe, Nurten evlendiler bile. Sen de haklısın. Bu kadar güzellikleri bırakıp gitmek senin için de çok zor olmuştur annem.
Babamı yalnız bırakmak doğru olmazdı elbette. Hayat arkadaşına koştun, onu bilinmeyen yerlerde yalnız bırakmadın.
***
Bak annem, yeni bir yıla giriyoruz. Ata, evinin içine yeni yıl çamını kurdurdu bile. Hande ise ders çalışmaktan günleri bile karıştırıyor artık. Seneye üniversite sınavına girecek. Eskisi gibi huysuz değil, çok duygulu ve güzel bir kız oldu. Beni merak ediyorsan aynıyım. Kendini başkasına adamış birinden ne beklenir ki? Dallarından mutluluk saçıp, içi yanan çınar ağacı gibiyim. Hormonsuz, entrikasız yaşamı çok özledim annem…
Göçmen kuşlar alttan uçarak yeni yılı müjdeliyorlar. Biliyor musun annem, böyle özel günleri sevmiyorum; annesi olanları kıskanıyorum. Bazen uyuyamıyorum. Çünkü sizinle buluşacak, kollarına girecek, ellerinizi öpecek gibi oluyorum ve heyecanlanıyorum.
Nasıl uyuyabilirim ki? Yüreğim öylesine serindi ki; içim içime yine sığmadı. Kirpiklerim kapanmadı dün gece bir türlü. Heyecanla yeni doğan güneşi selamlamayı bekledim. Yıllar sonra ilk kez buluşacaktım seninle… Hasret dolu yüzlerinizi, buğulu gözlerinizi ilk kez görecektim… Elinizin sıcaklığını hissedecektim annem.
Dudaklarınızda yine tebessüm olacak mıydı, odamda asılı duran resimlerinizdeki gibi? Yine titreyen sesin savrulacak mıydı Trabzon sokaklarına, çocukluğunun geçtiği Arafıl boyuna, Kaçkar’ın eteklerine.
Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı. Dün, sabah ne kadar uzun sürmüştü. Bulabildiğim en güzel kıyafetleri giyerek sizin için yola koyuldum. Tıpkı, çocukluğumda bayram sabahları giydiklerim, yastık altında sakladığım en güzel elbiselerim gibi.
Gelişiniz öylesine bir huzurdu ki, geceler boyu hayâlını kurduğum düşlerden bile daha güzeldi. Uzaktan gördüm seni. Eskisi gibi sanki akşam olmuş, elin dolu bir şekilde eve geliyordun… Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydiniz. Gözleriniz nasıl aydınlıktı öyle. Rengârenk giysileriniz, sıcak bakışlarınız ve insanın içini rahatlatan gülüşünüz ne güzeldi. Oysa sizden önce hüzün yağdı düşlerime. Hem öksüz, hem yetim olmanın ezikliği vardı üzerimde. Önce sizi seyrede durdum uzun uzun, içime akıttım doyumsuz hasretinizi. Sizin gözlerinizde yaş vardı, hasret; gözlerinizin ardında.
Nereye gideceğimizi konuşmadan yürümeye başlamıştık, Rize’nin sahillerinde. Mutluluk rüzgârları sürüklüyordu bizi, nereye varacağınızı bilmeden. Bazen oturdunuz, bazen yürüdünüz eskisi gibi. Hep torunlarını sordun. Hande’den sonra hep ikinci bir torun olsun istiyordun. Duaların kabul oldu annem. Ata’yı tanımanı çok isterdim. Artık senin de göğüs ağrıların geçmiş, şikâyet etmiyordun.
Zamanın durmasını istedim, çünkü siz gidecektiniz. Çocukların yine yalnız kalacaklardı. Sabah başlayan güneş de batmak üzereydi. Siz gitmeliydiniz bilinmeyen yere. Ne beni götürdünüz, ne de siz benimle kaldınız. Ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerimize, o gün bir hayal gibiydi.
Siz giderken tutku sahilimden yaşlı gözleriniz. Siz kayboluncaya dek ardınızdan baktım annem. Gözlerimi alamadım bir türlü, sizi uzaklaştıran sokaklardan. Gelişiniz bir rüya, gidişiniz isyan. Bu rüyadan eşim Meliha “geç kalıyorsunuz” diyerek uyandırdı. Uyandığımda yine sen yoktun…
Annesini babasını kaybedenlere armağan ediyorum.
Yeni yılınızı kutluyorum.
YAZIYA YORUM KAT