AŞÇI KEPİNİ YIKAMAYA VERDİ
“Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var.”
Söylemesi kolay da nasıl becereceğiz bunu? Algı ve anlayışların talana uğradığı, aidiyetlerin basit çıkarlara kurban edildiği, kültürlerin küresel ahtapotlar tarafından yutulduğu bir dünyada birliği, dayanışmayı sağlamak, duygular platformunun birer üyesi olmak kolay mıdır?
Yeni bir dünyanın eşiğinde, evrensel mesaj içermeyen, geleneksel anlayış ve tutumla insanları bir araya getirmek ve barış içinde yaşamalarını sağlamak nasıl olacaktır?
Varlık bir bütündür. Varlığın varoluş gizemini çözebilme yeteneğiniz varsa, insanlık âlemini de ayakta tutabilmeyi başarabilirsiniz.
Örneğin, bir üzüm salkımını düşününüz; tane tane üzümler aynı salkımda sıralanmış. Bu bir kardeşlik gösterisidir ve güzeldir. Ne var ki, asıl bu üzüm tanelerinin özüne ulaşmak istiyorsanız, hepsini bir araya getirip ezmek ve bundan üzüm suyu/ şıra çıkarmanız gerekir. Bu durumda üzümün kabukları, koruk halinde bulunanlar, bu şıranın dışında kalacaklardır; işin doğası da budur. Siz bu şıradan çeşitli yiyecekler yaparken ve bunlardan tat alırken, üzüm kabukları ve koruk olanları da çöpe atmak zorundasınız. Çöpü zamanında boşaltmazsanız kokacak ve etrafı rahatsız edecektir.
Hatta sadece üzüm değil, birbirinden farklı çeşitli meyveleri sıkar, suyuna ulaşır ve onları bir araya getirirseniz, artık meyvelerin adı kalmaz, meyve suyundan söz edilir.
Osmanlı bir kavimler şırası idi. Bundan aşure yaptı ve içindeki nevalelerin adı okunmadan bir tatta birleştirdi. Bu tat, altı yüz sene tatlandı durdu.
Osmanlı aşuresinin adı ve tadı İslam’dı. Bu aşurenin aşçılığını iyi veya kötü yaptı, tartışmasından çok, doğru metodu yakalayabilmesi önemliydi. Doğru olanı yakaladığı için bunca yıl ayakta durabildi.
Bugün ülkemizdeki tüm etnik grupları aşure haline getirebilecek ve ortak bir tatta birleştirebilecek, maalesef, bir hareket ve anlayıştan yoksunuz. Bu durumda herkes kendi tabağındaki tada mahküm. Üstelik tabaklar arasında da kin ve intikam çatışması olduğundan, zaman zaman tabaklar çatışması çıkıyor ve tabaklar kırılıyor. Bu tabak kırma işleri, Yunanlıların “Sirtaki” danslarındaki tabak kırmalarına benzemiyor, içindeki yemekler de dökülüyor.
“PKK’yı ve uzantılarını yaban eller yönetiyor, yönlendiriyor.” Doğru. Lakin siz bunca zenginliğinize, bu denli bereketli topraklarınıza rağmen, dikmiş olduğunuz asmalarınızda yetişen üzümlerinizi, içinizdeki şarapçılara hürmeten, şıra yapmamış da şaraba çevirmişseniz, milletin delirmesine de katlanacaksınız.
Söyle misiniz, bunca “dindar” Kürt neden, aslında materyalist bir anlayışa sahip olan PKK’ya destek çıkmıştır?
Ben yurtdışı tecrübelerimle söyleyeyim; bu “dindar Kürtler” bana şunları söylemişlerdir:
“ İki kefere arasında tercih yapmaya zorlandığımızda, biz de kendi keferemizi seçmek zorunda kalırız!”
Bu çok derin bir sistem meselesi olarak karşımıza çıkarken, elbette dışarıda tetikte bekleyenler de bu durumu kullanmakta tereddüt etmeyeceklerdir.
İslam’ın evrenselliğini yeniden ve asrın araçlarıyla hayata açarak, merkeze “insan” unsurunu koymak şartıyla ve her insanı mukaddes bilerek, hayatın faniliğini de eğitimimizin en temel unsuru olarak belirledikten sonra, yepyeni bir aşure yapmak durumundayız. Sadece aşure değil, bütün yemekler ortak ve dengeli bir karışımın ürünü değil midir? Ama aşçımızın çok maharetli olması şartıyla. Beceriksiz aşçılarla bunca zaman tatlara karşı bir olumsuz refleks geliştirmişsek, bunun düzelmeyeceği anlamına da gelmez.
Panik yok, yemek tencerede ve aşçı, kirlenen kepini yıkamak için makineye koydu; kurur kurumaz ocağının başına dönecektir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT