AŞK-HASRET-VUSLAT
“Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i (mumu) yanmaz mı.” (Fuzûli)
İnsanın ulaşmak istediği arzuları vardır ve bir gün onlara ulaşmak için hayat boyu didinir durur. Bu uğurda çileler çeker, acılar demler, yudumlar; sıla hasretiyle gurbetlere katlanır; fakat bütün bu acıları çekerken bir gün arzularının mumuna, ışığına kavuşma ümidiyle de diri kalır.
Dünyada yaşayan insanlardan “ah” çekmeyeni yoktur. Bu “ah”ların birçoğu maddi kayıplardan olsa da asıl kökeni başka yerde aramak gerekir.
Dünya, Mecnun’un çölüne benzer; Leyla kaybedilmiş ve onun hüznü, ruhları tutuşturmuştur. Ruhlar tutuşmuş yanarken, insanlar acılar içerisinde hareket ediyor; evleniyor, çalışıp rızkını elde ediyor, kimi zaman kavga ediyor, kimi de barışıyor ve hayatını sürdürüyor. Medeniyetler kuruyor, uygarlıklar yıkıyor; şah oluyor, padişah oluyor, kral olup elinden kelleler damlıyor.
Hüznün kökenini dünyaya saldırıp bulacağını sanan insan, bulamayışının şaşkınlığıyla zaman oluyor kendinden geçiyor, intihar ediyor, aklını yitiriyor veya kavuşamamanın öcünü kendi hemcinslerinden alıyor. Ya da kendini tamamen eğlencelerin içine atıyor, şehevi arzularını tatmin etmek için akla gelmedik şeylerin kurbanı olmayı yeğliyor.
Oysa insanın ana derdi, sevgilisinden ayrı düşmesinin getirdiği hüzündür. Dünyadaki bütün kıpırdanışlar (olumlu veya olumsuz), sevgili özleminin dışa vurumudur. Bu özlemini gidermek için her çareye başvuruyor. Ne var ki:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helâkim zehr-i dermanındadır.” (Fuzûli)
(Aşk derdiyle hoşnudum, ey doktor! Bana ilaç verme, benim helâk olmam senin derman olsun diye vereceğin zehrindedir.)
Derdinin dermanını başka başka yerlerde aramaktadır. Leyla’yı dağda bayırda, çöllerde bulacağını sanmaktadır. Oysa Leyla onun içinde, ruhunun derinliklerinde çoğu zaman can çekişmektedir. Bu acıdır insanı yerinde durdurmayan, bu derttir onu gezdiren, savaştıran, bazen da barıştıran.
Leyla’yı ararken düştüğü derdine derman olsun diye ona sunulan ilaçlara şifa niyetine sarılmakta; fakat dert daha da çoğalmaktadır. Şifacıların şifaları, onun yarasına merhem değil, zehir olmaktadır; çünkü bu ilaçlar onun ruhunu kemirmekte, zayıf düşürmektedir. Yarın sevgiliyle karşılaşsa bile, bu zayıf ruhla sevgiliyi de tanıyamayacaktır. Sevgiliden mahrum kalma ise acıların en onulmazıdır.
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kıyl ü kaal imiş ancak.” (Fuzûli)
Evet, ilim de çok önemli elbet; ama sevgiliye kavuşmanın yolu ve yordamı aşktır. Aşk, ruhu alevlendirendir; ruha yapışık duran yabancı oluşumları yakandır, ruhu saf haline getirendir. Bulanık ruhla sevgiliye varılamaz; çünkü sevgilinin silueti, senin ruh aynanda gözükür. Bu ayna Simurg’un aynasıdır. Bu ayna kırık veya puslu ise, ebediyyen sevgiliden uzaktasın ve acıların içindesin. Fakat aşkla ruh şeffaflaşırsa o zaman da şöyle dersin:
“ Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşina beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni.” (Fuzûli)
Izdırabını çektiğin bir şeyin doğal olarak devamı istenmez; fakat bu şey aşk ise onun ızdırabına isteyerek katlanırsın. Hatta tedaviye kalkışacak olanı da uyarırsın; çünkü bu tedavi, seni sevgilinden uzak eyleyecektir.
İnsanoğlunun bütün dünyevi macerasını “ aşk-hasret-vuslat” üçgeninde aramak gerekir; çünkü o, dünya gurbetine düşmüş ve Leyla’sını aramaktadır. İnsan, dünya gurbetinde sevgilisini ararken sağa sola koşmasından, sevgilisini unutup kendi kendini kemirmesinden uygarlıklar doğmuştur. Gerisi “bir kıyl ü kaal” imiş demekten öteye de gitmez.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT