AYDINLAR GÜNEŞ ALMIYOR!
Türkiye’nin en büyük sorunu ne PKK, ne şu, ne bu; “aydın” sorunudur. Bizde aydın yetiştirecek zemin / bahçe maalesef mümbit değil. Su tutmuyor, güneş almıyor ve de zemin taşlık.
“Akademisyenler” bir bildiri yayınlamışlar ve devletin / hükümetin Güney- Doğu’da yaptıklarına karşı tavırlarını ortaya koymuşlar. Demokratik haklarını kullananlar için kimsenin bir diyeceği yoktur.
Aslında durum bu değil elbet. 1960 darbesini yaptıranların başında üniversite yok muydu? Anlı şanlı prof.lar üniversite gençliğini sokaklara dökmemiş miydi? Medyanın yalan yanlış haberleriyle gençlik manipüle edilerek darbeler dönemi açıldı.
Hep söylenir, Almanya İkinci Dünya Savaşı’nda yenildi, dibe vurdu; ama kısa zamanda kalkınarak bugünkü hale geldi de biz neden ayağa kalkamadık, seksen yıl savaş görmediğimiz halde?
Bizim gençliğimiz ve okumuşlarımız Çanakkale’de şehit oldu. Almanların okumuşları savaşta yok olmadılar ve ülkelerine sahip çıktılar, deniliyor.
Türkiye’de üniversiteler, fakülteler genelde, Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi bilim adamlarınca kuruldu. 1930’lu, 40’lı yılların fakülte öğretim üyelerinin birçoğu bunlardır. O dönem fakültelerden mezun olanlar da tuzu kuruların çocuklarıdır; çünkü Anadolu gençleri cephelerde can verdiler. 1950’ye kadar üniversiteleri bitirenlerin adlarına bakınız, hemen hepsi belli ailelerin çocuklarıdır ve almış oldukları eğitim de bildiğiniz gibidir.
Akademisyenlikte de referanslar belli yerlerin egemenliği altındadır. Ya da çok zeki Anadolu çocuklarını alıp, onları kendi düzenlerine göre yetiştirerek, değerlerine yabancılaştırma politikalarının varlığı gizli değildir.
1940’lı yılların meşhur Milli Eğitim Bakanı “ Hasan Ali Yücel enteresan bir girişim yapmış, bu girişim sonucu Türkiye’deki ortaokul ve liselerin tamamının sınıf bazındaki birinci, ikinci ve üçüncü başarılı talebelerini tesbit ettirerek hepsini bir kitapta toplatmış… Seneler sonra o kitaba baktığım zaman şunu gördüm: Türkiye’nin mukadderatında rol oynayan insanların çoğu o kitapta vardı.” diyor, Hocaların hocası merhum Sabahattin Zaim, “ Bir Ömrün Hikâyesi” adlı hatıralarında. ( s. 85)
Bunda bir sorun yok, hatta iyi bir çalışma, ama o çocukları kendi medeniyet kulvarında mı eğitmişler dersiniz? Medeniyetimizin alameti farikası namazdır; siz namaz kılan bir okumuş hatırlar mısınız, o dönemlerde? Türk klasiklerinde namaz kılan bir kahraman adını hatırlıyor musunuz? Yoksa tüm değerlerimize karşı “harp” mı ilan edilmişti? Boş laflarla olmuyor; bir şehirdeki bir lokantada yemekten zehirlenme olmuş diye tüm şehrin lokantalarına kilit vurmak nedir? Daha dün ( 28 Şubat), İkinci Abdülhamid’in şahsi kitaplığıdır diye, İstanbul Üniversitesi’nin sabık rektörü ve avanesi binlerce kitabı yok etmediler mi?
Bugün bu noktaya gelinmişse ve siz “akademisyenler” bugünki durumdan hoşnut değilseniz, bahçeyi kuran sizinkiler, tohumlar sizden ve ektiklerinizi biçiyorsunuz. Aslında karanlıkları da çok sevdiğiniz biliniyor; çünkü karanlıkta yumruk sıkarak bağırmak sizi deşarj ediyor.
Evet, Türkiye’nin en büyük sorunu, kendi medeniyet kulvarında bir eğitim sistemini gerçekleştirememesidir. Başka ülkeler, hangi anlayış içinde olurlarsa olsunlar, çocuklarına kendi “doğru”ları kapsamında bir eğitim verdiklerinden, sonuçta değer çatışması yaşayan gençlerle karşılaşmıyorlar.
Bilim evrenseldir; fakat o bilimi kendi değer yargıları doğrultusunda kullanırsa bir genç, işte o zaman bilim amacına ulaşır. Bugünkü Türk gençliğinin değer yargısı nedir veya var mıdır? Gençlerimizi okullarda ruhlarıyla tanıştıracak, onları değerleriyle barıştıracak eğitimimizden söz edilebilir mi? Haydi vardır diyelim; bu eğitim sistemini uygulayabilecek kıvamda, kendi medeniyetinin değer yargılarını bilen öğretmenlerimiz acaba yeterli midir? Cumhurbaşkanımız “ Aydın müsveddeleri” derken, bu derin yaraya da parmak basmıyor muydu?
Batı’da siyasi partiler arasında veya mektep/ meşrep çatışmalarında araç kavgası söz konusudur. Komünist partilerle faşist partiler arasında veya Hıristiyan demokratlarla sosyal demokratlar arasında amaçta çok derin uçurumlar yoktur. Herkes kendi fikrinin daha doğru olduğunu söylese de sonuçta ülkesinin daha iyi kalkınması ve geleceği için çalışır.
Bizde ise siyasi partiler arasında ve diğer fikirlerin karşı karşıya gelişlerinde amaç çatışması söz konusudur. İktidar olan, diğerini sahneden silmek için didinir. Bunu sonucudur, darbeler. Darbe, “Temelde benim kurduğum düzenin hamallığını yaparsın, ama onun temelini sarsamazsın”ın karşılığıdır ve bu darbe geleneğinin başında da çobanlar yoktur, üniversite mezunları vardır.
Ruhundan ışık alamayanlara “aydın” denebilir mi?
Bildiri yayınlayan “akademisyenler” Türkiye güllük gülistanlık olsa, dünyanın bir numaralı devleti olsa ve her bir “akademisyen”e altın köşkler verilse, halk yağ bal içinde mutlu yaşasa yine de bu bildirinin altına imza atarlardı! Neden? Recep Tayyip Erdoğan “Allah” dediği sürece, secde ettiği müddetçe; masasına içki koymadığı, ramazanlarda kadeh kaldırmadığı sürece ve hayat tarzını onların yaşam tarzlarıyla tevhid etmediği müddetçe, bu “akademisyenler” yine de bildiri yayınlamaktan geri durmazlardı. Onların derdi ne Kürt’tür, ne de Türk; aslında onların en büyük derdi kendileridir, n’apsınlar!..
Yıllar yılı Adana’da çay yetiştirmekle uğraşıp durduk. Böyle olacağını bilmemek için çayı ve Adana toprağını tanımamak gerek. Oysa Adana’da pamuk, Rize’de çay yetişiyordu.
İnsan fıtratını, onun yetişecek olduğu zemine/toprağa atmadıkça insan nasıl yetişsindi? “Aydın” diye karanlıklar kuşatırdı işte her yanımızı. Ama ne olur, her şeye rağmen, gönlümüzden kalemimize kan çekerek, sabırla ve şevkimizden bir şey kaybetmeden insanın, insanlıkla karşılaşması ve terbiye olması için gerçek münevverlerin artık işbaşı yapma zamanıdır ve vakit de tam öğle üzeridir, diyerek fanilik zırhını giymiş insanları daha bilinçli davranmaya davet ediyorum!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT