Ayrılık o kadar zor ki annem!
Bu hafta “ Anneler Günü. Bütün Annelere saygıyla eğiliyorum. Babamı 1997,annemi 2003 yılında kaybettim. Hem yetim, emde öksüzüm.
Yazı müjdeleyen Mayıs’ı hiç sevmiyorum.. ”Mayıs” demek benim için ”Acı.. Keder” demektir. Her ikisini de Mayıs ayında kaybettim..Hasreti yüreğim dağlıyor. Sağ olsalardı dünyayı verirdim.Ama tekrarı yok..
Efkârım bundan. Yaşasalardı, Kanat takar giderdim yanlarına. Yüreğim onun için eziktir her Mayıs ayında. Anne babası sağ olanlar bu yazım ibret olsun kendilerine..
Yaralıdır yüreğim anlayacağınız. Öyle bir hüzündür ki, bu ayrılık, boğazımda düğümlenir, söyleyeceklerim kala kalır öyle. Öylesine boşluk, bir yalnızlık ki, insan yaşayınca anlar ancak. Bu yürek yakan, burun sızlatan acı duyguyu.
***
Her köye gidişimizde, evin önünde beklerlerdi bizi hasretle, sevgiyle.. Her seferinde annem derdi ki:
“Keşke hepiniz eskisi gibi küçük olsaydınız, sizi bir sofranın etrafında toplasaydım. Şimdi farklı illerdesiniz, toparlayamıyorum” artık..
Dertleşirdik, anlatırdı bütün köyü, hasreti sevgisini. Her defasında ”Ben ölürsem kardeşlerine sahip çık” derdi bana. Bütün derdi, tasası çocuklarıydı. Yüreğine sığdırırdı hepimizi.
Sonra çay bahçelerini gezerdik. Nasır tutan elleriyle dikenleri koparırdı ”Ben ölünce bakmaz kimse buralara, dikenlik, orman olur” derdi. Aynen de öyle oldu.
Evin önündeki Kuruyemiş ağacın altına otururduk. Birden işi, ölüme getirmişti. Şaşırıp kalmıştım. Ölümü kendisine hiç yakıştıramamıştım..
“Ben ölünce bu ağacın altına gömün..! Tepelere göndermeyin. Ben sizi bilirim, gelmesiniz yanıma. Burada yatarsam, görmesem de hissederim evlatlarımı” demişti.Ayrılık vakti gelince başlardı ağlamaya.
Ne vardi,67 yaşında gideceğine. Bizi niye terk ettin anlamış değilim anne. Bak, köye gelmemiz için hiçbir sebep kalmadı. Sen olmayınca, babam olmayınca ayaklarım çekmiyor, içimden gelmiyor köye gelmeyi. Ankara’yı da sevmiyorum artık..
Çok sevdiğin kuruyemişi ağacın altında yatıyor. Bizi görmese de hissettiğini biliyorum. Ve her şeye rağmen hayat devam ediyor
***
Ayrılık kolay mı zannediyorsun annem. Aslan gibi evlatlarını arkadan bırakarak nereye gittin?
Daha babam gideli altı yıl geçmişti.. Onun yokluğuna alışamadan sen niye gittin annem? Yetimdik, sen gidince hem yetim, hem de öksüz kaldık annem.!
Ateş değiliz ki, yanıp kül olalım, yağmur değiliz ki, ıslanıp güneşte kuruyalım. Kuş değiliz ki, uzak diyara uçup, yanına gelelim.
Ayrılık o kadar zor ki annem!, Kurumuş yaprak gibi daldan dala savurur insanı.
Bak özenle büyüttüğün çocukların büyüdü, iş sahibi oldular. Torunlarından evlenecek yaşa gelenler bile var. Sen de haklısın. Bu kadar güzellikleri bırakıp gitmek senin için de çok zor olmuştur annem.
Babamı yalnız bırakmak doğru olmazdı elbette. Hayat arkadaşına koştun, onu bilinmeyen yerlerde yalnız bırakmadın.
***
Bak annem! Mayıs ayına girdik. Ata, yaz tatiline şimdiden hazırlık yapıyor, Çok yakışıklı oldu.Biliyorum,Hacca gittiğinde, bir erkek çocuğum olsun diye çok dua etmiştin..
Hande ise bu yıl Hukuk Fakültesi’ni bitirdi, staj yapıyor. Huyu bana benzese de eskisi gibi huysuz değil, çok duygulu ve güzel bir kız oldu.
Beni merak ediyorsan aynıyım annem!. Kendini başkasına adamış birinden ne beklenir ki? Dallarından mutluluk saçıp, içi yanan çınar ağacı gibiyim.
Hormonsuz, entrikasız yaşamı çok özledim annem… Çocukluğumdaki gibi, elektriğin, yolun bulunmadığı, entrikaların olmadığı “Dere Mezrası” na yerleşmek istiyorum.
İki inek, iki kuzu, beş tavuk bir köpek alıp, kendimi doğaya bırakmak istiyorum. Sadece hayal tabi ki.. Dünya çok değişti, insanlar çok değişti annem!
. Bazen uyuyamıyorum. Çünkü sizinle buluşacak, kollarına girecek, ellerinizi öpecek gibi oluyorum ve heyecanlanıyorum.
Nasıl uyuyabilirim ki? Yüreğim öylesine serindi ki; içim içime yine sığmadı. Kirpiklerim kapanmadı dün gece bir türlü. Heyecanla yeni doğan güneşi selamlamayı bekledim. Yıllar sonra ilk kez buluşacaktım seninle… Hasret dolu yüzlerinizi, buğulu gözlerinizi ilk kez görecektim… Elinizin sıcaklığını hissedecektim annem.
***
Dudaklarınızda yine tebessüm olacak mıydı, odamda asılı duran resimlerinizdeki gibi? Yine titreyen sesin savrulacak mıydı Rize sokaklarına, çocukluğunun geçtiği köyde.. Kaçkar’ın eteklerine.
Uyuyamadım işte bir türlü, sabahın ilk ışıklarıydı. Dün, sabah ne kadar uzun sürmüştü. Bulabildiğim en güzel kıyafetleri giyerek sizin için yola koyuldum. Tıpkı, çocukluğumda bayram sabahları giydiklerim, yastık altında sakladığım en güzel elbiselerim gibi.
Gelişiniz öylesine bir huzurdu ki, geceler boyu hayâlını kurduğum düşlerden bile daha güzeldi. Uzaktan gördüm seni. Eskisi gibi sanki akşam olmuş, elin dolu bir şekilde eve geliyordun…
Adeta herkesi kıskandıracak güzellikteydiniz. Gözleriniz nasıl aydınlıktı öyle. Rengârenk giysileriniz, sıcak bakışlarınız ve insanın içini rahatlatan gülüşünüz ne güzeldi. Oysa sizden önce hüzün yağdı düşlerime. Hem öksüz, hem yetim olmanın ezikliği vardı üzerimde. Önce sizi seyrede durdum uzun uzun, içime akıttım doyumsuz hasretinizi.
Sizin gözlerinizde yaş vardı, hasret; gözlerinizin ardında.
Nereye gideceğimizi konuşmadan yürümeye başlamıştık, Rize’nin sahillerinde. Mutluluk rüzgârları sürüklüyordu bizi, nereye varacağınızı bilmeden. Bazen oturdunuz, bazen yürüdünüz eskisi gibi. Hep torunlarını sordun.. Artık senin de göğüs ağrıların geçmiş, şikâyet etmiyordun.
Zamanın durmasını istedim, çünkü siz gidecektiniz. Çocukların yine yalnız kalacaklardı. Sabah başlayan güneş de batmak üzereydi. Siz gitmeliydiniz bilinmeyen yere. Ne beni götürdünüz, ne de siz benimle kaldınız. Ayrılığın hüznü yansımıştı gözlerimize, o gün bir hayal gibiydi.
Siz giderken tutku sahilimden yaşlı gözleriniz. Siz kayboluncaya dek ardınızdan baktım annem. Gözlerimi alamadım bir türlü, sizi uzaklaştıran sokaklardan. Gelişiniz bir rüya, gidişiniz isyan. Bu rüyadan eşim Meliha “geç kalıyorsunuz” diyerek uyandırdı. Uyandığımda yine sen yoktun annem.!
YAZIYA YORUM KAT