BAHÇEMİZ TARUMAR!
Şöyle bir göz atalım, garip hallerimize:
Geleneksel adetlerini yaşamak için kıyasıya yarışanlara bakıyoruz, farzları unuttular, onları terk ettiler.
Oruç tutanlar yemediler, içmediler; fakat kul hakkı yemekten kaçınmadılar.
Kuşluk namazını kaçırmayan hacı, dükkânındaki müşteri kaçmasın diye yalandan yeminlerle malını satmaya çalıştı ve sonra ondan kazandığı parayı, çoluk çocuğuna yedirerek onları da zehirledi ve toplumun kokuşmasına bir taş da o koydu.
Domuz eti haramdır, dediler; ama yetim hakkını hiç sıkılmadan yemeye utanmadılar. Yetimin, garibin gözyaşlarından havuz kurup orda yıkanmayı gusül abdesti sandılar.
Komşunun mevlidine gitmeyi kaçırmadılar; fakat aynı komşunun gıybetini ederek, onun ölü etini yemekten de geri durmadılar.
Cemaat namazına dikkat ettiler; ama cemaat haklarına asla dikkat etmediler.
“Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor.” diyor ya, Necip Fazıl Üstad;
Kaçan da “Allah” diyor, kovalayan da.
Ölen de “Allah” diyor, öldüren de.
Müşrik de Müslüman olduğunu sanıyor, münafık da.
Dini parçaladılar, mazlumlar bu “parça din”le oyalanır oldular; bu nedenle Hakikat’le karşılaşma ihtimali oldukça düşük seviyelere indi.
Şeklen, sureten Peygamberimize benzemeye çalışırken, bir de baktık ki, ruhen ve sireten Ebu Cehil’e benzeyenler çoğaldı.
Nefsini öldüreceğine Müslümanları öldürmek neredeyse “aşk” haline geldi.
Gerçek anlamda Kur’an’ı okuyup yaşayacağına, onun tozunu almak için ona dokunmayı manevi görev bildi ve fakat Müslüman kardeşine dokunduğu yerler morardı.
Kur’an’ı oku(ya)madığı için onu öpüp başına koyuyor; lakin içinden ayetler okununca hemen itiraz etmekten de geri kalmıyor. “Bu çağda..” diye beylik cümleyle başlıyor, -haşa- Allah’ı “zavallı bir insan” kılığına sokmaktan kaçınmıyor. Oysa Allah, zaman ve mekâna bağlı olmadan ezel ve ebedi bilendir, mutlak âlimdir.
“Filan Müslüman’dır.” sözünden, “Falan kâfirdir.” sözünü daha çok sever oldu.
Olanlar oldu, fakat olmaya da devam ediyor; asıl tehlike burada.
Hele çağımızda “akide” gibi bir baş değerden haberi olmayan, olsa bile bunu dert edinmeyen insanlardan Hakikat pınarı akmaz. Ruhların kupkuru kalması bundandır. Ahiret denilince birçoğunun aklına “veresiye” geliyor; oysa akıl, peşin çalışıyor; bunun için dünya adeta ilahlaşmış bulunuyor. Akılla gönlü evlendirmeyenlerin “Hakikat” çocuğuna sahip olması düşünülebilir mi?
Her zaman öyleydi, ama çağımızın en büyük problemi, akide/inanç problemidir. Okullarımızda bu problemin üzerine gidilmez de hâlâ Kaçkar Dağları’nda buğday yetiştirmeye devam edilirse, nesillerimiz ruh açlığından ölebilir. Eğitimin ilk amacı, çocuklarımızı, Allah ile tanıştırmak olmalıdır. İnsan tanımadığı birini dost edinebilir mi? “Avrupalı olacağız.” deniliyor; Müslüman kalarak Avrupalı nasıl olunur? Kavramları alt üst olan toplumların iflah olması çok zordur. Kavramlar ise medeniyet bahçesinin ürünüdür. Bahçemiz tarumar, dostlar!
İnsanlar çoğu zaman gerçekle hayal arasında gidip gelirler. Hayal âleminde kurdukları dünyanın da hükümdarlığını kimseye vermezler.
Ne var ki, insanları bu hayallerinden uyandıran somut gerçekler vardır ve bir gün size bu gerçekler öylesine toslar ki, sizi gerçek hayatla karşı karşıya getirir; fakat son pişmanlık fayda vermez.
Zaafsız insan olmaz, zaafını iyi ve dengeli yönetebilene “İNSAN” denir.
Bize ölüm tosladığı zaman mı uyanacağız?
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@hotmail.com
YAZIYA YORUM KAT