BAZI YERLERDE RUH ESER
Eğitimde aile ve çevre ne kadar önemli yer tutar. Özellikle aile içindeki hayat, çocuğun gelişim süreci içinde ana eksene oturur. Hatta çocuk, tamamıyla ailesinin hayat tarzı üzerine büyür, dersek yanlış bir söz söylemiş olmayız.
Türk edebiyatının ünlü şairi Yahya Kemal’in hayatında da bu durum ilk elde göze çarpar. O, çocukluğunu şöyle dile getirir:
“ Benim hem dini hem milli terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir (etkili) olan annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediyye okur, bana Kur’an öğretirdi. Annem, Yazıcızade’yi, sabah namazını kıldıktan sonra okurdu. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim. Muhammediyye’nin o mısraları, bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküb’ün ve müphem surette, bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi. Daha o yaşta Yazıcızâde Mehmet Efendi’nin Türklükle İslamlığı yoğuran millî- İslâmî harsini (kültürünü) benliğimde hissetmeğe başlamıştım.”
19- 20 yaşlarındayken Paris’e bir Jöntürk olarak kaçan ve orada birçok fikri cereyanların etkisinde 12 yıl kalan Yahya Kemal, sonunda, annesi ve ailesinin çocukluğu üzerindeki etkisinden kurtulamayarak “Eve dönen adam” olur.
“ Annem bana; Oğlum, dünyada iki insanı sev… Peygamber Efendimiz’i ve Sultan Murat Efendimiz’i sev!.. derdi.” ( Sultan Murat Hüdavendigâr, Balkanlar’ın fatihi olan padişah)
Önemli olan, aile içerisinde çocuğa verilen değerdir. Aile bireyleri, çocukları üzerinde dengeli bir davranış geliştirirlerse, bunun semeresini zaman içinde mutlaka alırlar. Eğitim bir ömür işidir, çok aceleci olup her şeyi berbat etmemek lazımdır.
Yahya Kemal devam ediyor ve sözü ezana getiriyor:
“ O yaşlarımda ben Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu sesle dolarak yetişiyordum. Minarelerde ezan başladığı zaman, evimizde ruhani bir sessizlik olurdu.”
Bugünkü aileler, maalesef, ezan okunurken televizyonlarını bile kapatmıyorlar. Bilmiyorlar ki, bu topraklarda büyüyen çocuklarının, kültürel topraklarını yok ediyorlar bu davranışlarıyla ve sonuç yıkım oluyor. Yahya Kemal devam ediyor:
“ Galiba Üsküb’ün sokaklarında da böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mâbed sükûnü kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. (Uygarlığın sesleri arasında maalesef bu medeni ses duyulmuyor ve çocuklarımız da kendileriyle, kendi medeniyetleriyle tanışamıyorlar ve başka uygarlıklara birer sığıntı olarak yetişiyorlar. ) Annemin dudakları İsm-i Celâl’le kımıldardı. Bin üçyüz sene evvel, Hazreti Muhammed’in (AS) Bilâl-i Habeşi’den dinlediği ezan, asırlarca sonra, bizim semâmızda hem dinî, hem millî bir musiki olmuştu. O anda semâmızın mağfiret âleminden gelen ledünni bir sesle dolduğunu hissederdim.
Bu sesler beni bütün ömrümce bırakmış değildir. Müslüman Türk çocuklarının dîni terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım. Ben Paris’teyken bile, hiç münasebeti olmadığı halde, kulaklarıma Üsküb’teki ezan seslerinin bir hatıra gibi aksedip beni bir nostalji içinde bıraktığını hissettiğim anlar olmuştur.”
“Bazı yerler vardır ki ruh eser.” diyor, bir başka yerde. Medeniyet, kültür işte böyle bir şeydir; siz isteseniz de istemeseniz de sizin ruh dünyanızı yoğurur. Çocukluğunuzda yediğiniz yemekleri unutur musunuz? Bunun gibi, çocukluğumuzda yaşadıklarımız da bizi bir ömür etkiler durur. Bundandır ki milli kültürlerine önem vermeyen devletler uzun vadeli yaşayamazlar.
Sözü Hırka-i Saadet’te dört yüz seneden beri aralıksız okunan Kur’an’a getirir:
“ Yavuz Sultan Selim, Hilafet’in alameti olan hırka-i şerif, sancak-ı şerif ve diğer emanat-ı mübareke’yi ( mübarek emanetler) Mısır’dan İstanbul’a hatimler indirterek getirmiş; İstanbul’a vardığı gece, sarayda yüksek bir mevkiye yerleştirmiş, sefer yorgunluğuna bakmadan sabaha kadar ayakta beklemiş. O gece, geceli gündüzlü Kur’an okunması için bir vazife tertip ederek, kırkıncısı bizzat kendisi olmak üzere kırk hafız tayin eylemiş. İşte o günden beri bu âna kadar, bu dairede bir saniye ara vermeksizin Kur’an okunuyor; bu hafızlar el’an kırk kişidir. Bu hadiseyi idrak ettikten sonra, İstanbul’dan niçin çıkarılmıyoruz? Bu şüpheyi halleder gibi oldum.”
Ne yazık ki, tarihi bir gerçek olarak kaydedelim: 1923’ten 1996’ya kadar Hırka-i Saadet’te Kur’an okumak yasaklanmış ve bu yasağı merhum Erbakan Hoca kaldırarak yeniden Kur’an okunur olmuştur. 1932’den 17 Haziran 1950’ye kadar da ezanın asli diliyle okunması yasaklanmış ve nesillerin kulaklarına ve ruh dünyalarına ezanın evrensel mesajı üflenememiş, ruh esmemiştir.
Üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesini tesadüf olarak görmemek gerekir. Kur’an’ı yücelten bu Padişah’ı yüceltmek, hepimizin görevi olmalıdır.
Yahya Kemal’i dinlemeye devam edelim:
“ Bu devletin iki manevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinde okuttuğu ezan, Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an!”
Ne yazık ki bugün Ayasofya bundan mahrum, minarelerinden ezan okunmuyor ve devletin iki manevi temelinden biri sakat bulunuyor.
YAZIYA YORUM KAT