Beyin telepatisi gerçek!
Beyinde bulunan 'ayna nöron' adlı hücreler, karşımızdaki insanın beyniyle kablosuz internet gibi iletişime geçip duyguların kopyalanmasını sağlıyor
Çok sevdiğim bir arkadaşım on yıldan beri kanserle boğuşuyor. Kemoterapi, radyasyon ve bütün diğer netameli onkolojik tedavilerin eziyetlerine katlanarak yaşadı ve aksi yöndeki tüm tıbbi tahminleri boşa çıkardı. Arkadaşım öğrencilerinin muhabbetle hatırladığı bir profesör.
Verdiği dersler sadece ilham verici olmakla kalmaz, öğrencilerine çalışmaları, hayat süreçleri, korkuları ve umutları konusunda içten bir ilgi gösterirdi. Eski öğrencilerinin birçoğu kendilerini onun ömür boyu dostu sayardı. Dostumun ve eşinin evi misafirle dolup taşardı.
Bunu kanıtlayabilmek mümkün değil, fakat bence uzun yaşamasını sağlayan birçok etkenden biri, onu seven insanların kapısından hiç eksik olmamasıydı.
İlişkiler ve sağlık arasındaki bağlantıya dair araştırmalar, çevrelerinde zengin bir insan ağı bulunan kişilerin (evli, sıkı aile ve dostluk bağları olan, sosyal ve dinsel topluluklarda aktif olan) hastalıklardan daha çabuk kurtulduğunu ve daha uzun yaşadığını gösteriyor. Şimdi yeni yeni oluşan toplumsal nörobilim alanı, yani insanların beyinlerinin karşılıklı etkileşimle nasıl şekillendiğine dair araştırmalar, söz konusu verinin kayıp halkasını da yerine koydu.
En önemli bulgu, 'ayna nöronlar'ın keşfiydi; sinirsel kablosuz internet gibi çalışan büyük ölçüde dağınık durumda bir beyin hücresi sınıfı bu. Ayna nöronlar duygusal akışı, hareketi hatta birlikte olduğumuz insanın niyetlerini takip ediyor ve beynimizde, karşımızdakinin beyninde de aktif olan aynı bölgeleri uyarıp bu sezgisel durumu kopyalıyor.
İki insanın birbirine uyarlanması
Ayna nöronlar duygusal yayılımı, bir insanın diğerinin duygularını, özellikle de güçlü şekilde ifade edilmişse, yakalama eğilimini ifade eden sinirsel bir mekanizma sunuyor. İki beyin arasındaki bu bağlantı, uyum hislerinin de sebebini izah edebiliyor ki araştırma bulguları, insanların karşı karşıya geldiklerinde tavırlarının, ses tonlarının ve hareketlerinin son derece hızlı şekilde senkronize olmasının kısmen buna bağlı olduğunu gösteriyor. Kısacası bu beyin hücreleri, psikolojideki değişimlerin insanlar arasında uyumlu hale gelmesine imkân veriyor gibi görünüyor.
İki insan arasındaki bu tür duygu koordinasyonu, kardiyovasküler tepkiler veya beyin durumları, bebekli kadınlar, tartışan evliler ve hatta mitinglerdeki insanlar temelinde araştırıldı. On yılları bulan araştırmalardan derlenen verileri gözden geçiren Lisa M. Diamond ve Lisa G. Aspinwall (ikisi de Utah Üniversitesi'nde psikolog), iki farklı psikolojinin bağlı bir akımda birleşmesini açıklamak için 'karşılıklı düzenleyici bir psikobiyolojik birim' gibi ilginç bir kavram öneriyorlar. Dr. Diamond ve Dr. Aspinwall bunun gerçekleştiği düzeyde, duygusal yakınlığın bir insanın biyolojisinin diğerininkini etkilemesine yol açtığını savunuyor.
Chicago Üniversitesi'ne bağlı Kavrayışsal ve Toplumsal Nörobilim Merkezi başkanı John T. Cacioppo paralel bir öneride bulunuyor: başlıca ilişkilerimizin duygusal statüsü, kardiyovasküler ve nöroendokrin faaliyetimizin bütün rotası üzerinde önemli bir etki yapıyor. Bu da biyoloji ve nörobilimin ölçeğini köklü şekilde genişletiyor ve tek bir gövde veya beyin üzerinde odaklanmaktansa, iki insanın arasındaki etkileşime aynı anda odaklanmayı beraberinde getiriyor. Yani benim düşmanlığım sizin tansiyonunuzu artırıyor, sizin artan sevginiz benimkini azaltıyor. Potansiyel olarak biz birbirimizin biyolojik hasmı veya müttefikiyiz.
Beyindeki bu karşılıklı bağlantıların sağlığa faydalarını sessiz sedasız ortaya koymak bile hiç kuşku yok ki, tıp çevrelerinin tüylerini diken diken etmeye yetecektir. Kimse psikolojilerin birbirine karışmasının önemli bir tıbbi etki yarattığını gösteren somut bir veri sunamıyor.
Ne var ki söz konusu bağlantının, biyolojik olarak temellenmiş duygusal bir teselli verebileceğine de kuşku yok. Fiziksel acı bir yana, iyileştirici bir varlık, duygusal acıyı dindirebilir. Önümüzdeki örneklerden biri, elektroşok bekleyen kadınları görüntüleyen çalışmanın ortaya koyduğu fonksiyonel bir manyetik titreşim. Kadınlar bekleyişi tek başlarına yaşadıklarında, stres hormonlarını ve endişeyi tetikleyen sinirsel bölgelerin faaliyeti hızlanıyordu. James A. Coan'ın geçen yıl 'Psychophysiology' dergisinde yayımlanan bir makalesinde de belirttiği gibi, bir yabancı gelip bekleyen kadının elini tuttuğunda, kadın bir parça rahatlıyordu. Kocası elini tuttuğunda ise sadece yatışmakla kalmıyor, beyin akımı da sakinleşiyor, bu da duygusal iyileşmenin biyolojisini yansıtıyordu.
Reddedilmek ve kalp kırıklığı
Fakat acı veren kronik hastalıklar yaşayan birçok insanın bildiği gibi, sevdikleri yok olduğunda insanlar yalnız bir izolasyonun zorluklarını göğüslemek zorunda kalıyorlar. Toplum tarafından reddedilmek, başka şeylerin yanı sıra, tam da beynin psikolojik acı üreten bölgelerini faaliyete geçiriyor. UCLA'dan Matthew D. Lieberman ve Naomi Eisenberg (Social Neuroscience: People Thinking About People, kitabının bir bölümünde de yazdıkları gibi - M.I.T. Press, 2005) beynin acı merkezlerinin, sosyal reddedilişten dolayı aşırı hassasiyet kazanabildiğini, zira insanlığın tarih öncesinde dışlanmanın bir tür ölüm cezası olduğunu kaydettiler. Lieberman ve Eisenberg, birçok dilde, reddedilmekten kaynaklı 'kalp kırıklığı'nı tarif eden kelimelerin fiziksel acının lügatından ödünç alındığına da dikkat çekti.
Bu yüzden bir hastaya bakan bir insan ortadan kaybolduğunda, bu bir çifte darbe olabiliyor: Reddedilmenin acısı ve sevgi bağının faydalarından yoksun kalmak.
Kişisel ilişkilerin sağlık üzerindeki etkilerine dair araştırmalar yapan Carnegie-Mellon Üniversitesi'nden psikolog Sheldon Cohen, hastanede yatan bir hastanın ailesi ve dostlarının, ne söyleyeceklerini bilmeseler bile, sadece ziyaret ederek yardımcı olabileceklerini vurguluyor.
Doktorların yapacak başka bir şey kalmadığını düşündüğü anda, arkadaşım bu noktaya vardı. Onu son ziyaretimde bana 'son çare' tedavisine başladığını anlattı. Karşılaşacağı zorluklardan birinin, çok sınırlı saatler içinde ziyaretine gelen onca insanı, onları kucaklamaya hâlâ gücü varken karşılamak ve düzene sokmak olduğunu anlatıyordu.
Bunu söylediğinde gözlerim yaşardı ve şu karşılığı verdim: "Biliyorsun, en azından senin böyle bir sorunun var ve bu iyi. Birçok insan aynı süreci yalnız başına göğüslüyor."
Arkadaşım bir an sustu ve düşündü. Sonra yumuşak bir sesle beni yanıtladı: "Haklısın."
* Daniel Goleman: 'Duygusal Zekâ' (Social Intelligence: The New Science of Human Relationships) adlı kitabın yazarı;
10 Ekim'de New York Times gazetesinde yayımlanan yazısı.
HABERE YORUM KAT