BİLMEK VE ANLAMAK
Bir gün acı da olsa, kendimizi eleştiremedik. Kabahat ve kusurlarımıza bahane uydurmadan, evet, ben suçluyum, diyemedik. Özür dilemenin erdem suyundan kana kana içemedik.
Bir güzel insana bir gün biri gelir ve şöyle der.
“Filanca kişi, sizi sürekli eleştirir, kötülüklerinizi sıralar durur.”
O güzel insanın cevabı, onun güzelliğinin dışa vurumu gibidir:
“O kardeşim benim diğer günah ve suçlarımı bilseydi, o kadarıyla kalmaz, daha fazlasını söylerdi!”
İşte bu anlayışta hayır vardır, erdem, asalet ve feraset vardır. Bu anlayış, yeryüzünde güzelliği de ayakta tutar. Bu anlayış sahibinin iç dünyasında, ardı kesilmeyen bir güzel var oluş pınarı çağlamaktadır. Bu insan mutludur, çünkü onun formülünü bulmuş ve uygulama alanına koymuştur. Fıtrat tohumu, dört mevsime de açıktır ve ağaç olmak için kanat çırpmaktadır.
Tam tersi, her şeye olumsuz bakan, hayatın içinde hiç doğru, güzel, iyi bir şey bulamayan bir insan düşünün; ne kadar zavallı ve acınası biridir o. İç dünyası zifiri karanlığa boğulmuştur. Güzeli görememenin acısı ve feryadını konuşmalarına acı olarak sarmıştır. Artık hayatın her boyutu onun için acı ve çekilmezdir. Hayata tutunan herkes de ya eksik, ya da haindir. Ona temas ettiğinizde sizin de içiniz kararır.
Hayatımız, içimizin açılımıdır. Her şart ve kayıt altında mutlu olmak insanın elindedir. İçinde sonsuzluğa yurt kuran insanın kaybı olmadığından, onun mutsuzluğundan söz edilemez. Çünkü onun hayatında hiçbir şey tesadüfen gelişmez, her şeyin bir anlamı vardır.
Aslında mutsuzluk, bir biçimde anlamsızlığın gayrı meşru çocuğudur.
Varlıkta anlamsız bir şey varsa sizin için, siz mutsuzsunuz. Fakat her şey bir anlamın şifresi ise ve siz bu şifreden haberdarsanız, mutsuzluk da nedir ki?
Bilgi, insanı mutlu etmez. Bilgi anlama dönüşmemişse, insan, “kitap yüklü merkep” olur.
Bilmek ve anlamak farklı şeylerdir. Rize’de çayın yetiştiğini bilmekle onu içmek ve ondan tat almak elbette farklı şeylerdir.
Hakikat’i bilmekle onu yaşamak da farklıdır elbet.
İnsan bir boyutuyla hakikatin kendisidir. Kendini bilmek ise, insana bir anlam yüklediğinden bu, farklı bir açılımdır.
Bilgi, dış âlemin sırrı, anlamak ise iç âlemin nurlu görüntüsüdür.
Bilgi her isteyene verilir; anlamak ise, “dost” olanlara verilir; çünkü anlamak, olayların özüne vakıf olmaktır.
Bilmek, daha çok maddi, anlamak ise manevi, yani metafiziksel boyutludur. Biri duyulara seslenir, öbürü duygulara hitap eder.
İspatın olduğu yerde inanç aranmaz. İnanç, duyuların kavrayamadığı ya da kavramakta zorlandığı şeyler için geçerlidir. “Bu kalemdir, inan!” denmez; “inan” kelimesi orda fazladır. Fakat “Ahiret’e inan.” denir; çünkü o gaybdır, yani beş duyuyla kavranamayandır.
Şimdi başa dönelim ve olumluyla olumsuz dünyamızı irdeleyelim:
İçinizde olumsuzluklar bağdaş kurmuşsa, anlamak özürlü bir dünyanız var demektir. Ya da anlamak özürlüyseniz, olumsuz bakışlar sizin dünyanızı zehir etmektedir.
Bunun tersi de doğrudur: Olumlu bakış sahibi iseniz, anlamak denilen şeyle tanış olmuşsunuz. Ya da anlamakla dost olmuşsanız, olumlu bakışlar içinizi yeşillendirmektedir.
İnanmak, aynı zamanda anlamayı da beraberinde getirir. Herkes yarın inandığı şeyin anlam açılımını yaşayacaktır. Kimsenin inancına dokunmak gibi bir hakkımız da yoktur. Ancak biz sözümüzü söyleriz.
Bu yazı bazılarınıza zor gelmesin. Yahu sevemedim, “bugün hava nasıl, çekini ödedin mi, o dedi ki…” diye başlayan veya biten anlamsız cümleleri.
İnsan olmamızın gereği değil midir, beynimizi, gönlümüzü biraz çalıştırmak ve anlamak. Dünyada anlamaktan daha büyük nimetin olmadığını bir bilsek!...
Herkese yeteneğince anlayış diliyorum.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT