BİR RUH YANGINI YAŞANIYOR
Acaba diyorum, bu ülkedeki “hainler” kadar dünyanın bir başka ülkesinde hain var mıdır? 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen emperyalistler, 1918’de ( Nasıl ve nice olduğunu bilemediğimiz) İstanbul’u işgal edip, 1923’te de İstanbul’dan gittiklerinde ( Nasıl gittiklerinden de haberdar olamadığımız), içimize hainler ekerek mi ülkemizi terk ettiler, diye sormadan edemiyoruz?
Evet, Türkiye’de tarihi süreç içerisinde bir AMAÇ KAVGASI, hatta savaşı sürüp gitmektedir. Bunun temelinde de hem inanç, hem de coğrafi konum yatmaktadır. Dünyanın başka ülkelerinde siyasi partiler arasındaki çekişme araç kavgası üzerindedir. Bu ülkelerde, en uç konumundaki partilerin son aşamadaki tüm amaçları, ülkelerinin daha ileriye doğru gitmesi için çaba sarf etmek ve ülkelerinin insanlarını daha iyi konuma ulaştırabilmektir.
Bizde, maalesef, böyle değildir; bizdeki kavga inanç-zihniyet üzerine olduğundan birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. “Sen iktidar olacağına!..” düşüncesi hakimdir. Milletimizin bin yıldan beri sürdürdüğü inanç sistemi, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde sekteye uğradı. Yaklaşık elli yıl, metafizik endişeden uzak kuşaklar yetiştirildi. Dünyevileşme her yere sindi. Ne var ki, insanların inançlarıyla uğraşmaktan, dünyevi kalkınmada da başarılı olunamadı. İçimizdeki birçok etnik unsurlar, coğrafi değişikliğe uğramadan sanki buhar olup çıktılar. Aynı isimleri taşımamıza rağmen, sonradan anladık ki, bu tiplerle hiçbir ortak yanımız kalmamış.
Bana göre bu ülke insanlarının çoğunluğunun en büyük suçu, hâlâ Müslüman kalabilmesidir. Özellikle son zamanlarda, ülke yöneticileri tarafından asıl kimliklerimize yapılan vurgu, emperyalistler tarafından affedilir türden değildir. “Yani biz sizi yok etmemiş miydik, şimdi nereden çıktınız?” sorusunun tezahürlerini zaman zaman kurşun, bomba, kalkışma, ekonomiyle oynama… tarzında görmekte ve yaşamaktayız.
Son dönemlerde ülkemizin milli duruşu, milletimizin kendi özüne dönüş hareketi; neredeyse bir asırdır ülkemizi ablukaya almış iç ve dış güçleri adeta çılgına çevirmiştir. Tarih içinde kendine biçilen elbiseyi yırtma hareketinin bu müstevlilerce hoş karşılanmayacağı elbette biliniyordu. Başka ülkelerde ülkeyi yönetmek, ülkenin başına geçmek bir politik başarı olabilir; fakat Türkiye’de, milleti, asıl kimlikleriyle barıştırmak adına başa geçmek, canını dişine takmanın bir başka adıdır. Paralel zihniyetlerle istediğinizi yapabilirsiniz; medya, baronlar, derin güçler sizin yanınızdadır; ne var ki, tam tersi, sonsuzluk adına yol aldığınızı öne çıkararak ve tarihi devamlılığa vurgu yaparak bir adım atmanız bile asla birilerince kabul edilemez ve başınıza her türlü çorap örülebilir.
Şimdilerde yaşadığımız merhum Savcı M. Selim Kiraz olayı, aslında bu anlattıklarıma da bir turnusol kâğıdı tutmuyor mu? Bir grup medya ve uzantıları tarafından neredeyse katiller kahraman ilan edilip, mevcut iktidar topa tutulmaya kalkışılmadı mı? Siz bu savcının inanç iklimine göre algılanmadığını mı düşünüyorsunuz?
İstikrarın devam etmesine ve her şeyden önce Türkiye’nin kendi medeniyet kulvarına doğru yürümesine karşı adeta savaş açtılar. İçimizdeki maşalarını kullanarak bunu başarabileceklerini sanıyorlar. Oysa baharın geldiğinden haberleri bile yok; çünkü zift dolu kuyularda yaşıyor ve gündemin de farkında değiller.
Evet, sömürücü emperyalistler şeklen ülkemizden çekilmiş gibi gözükebilir; lakin kendi yerlerine “kıyıcı teröristleri” içimize ekip gitmediklerini kimse söyleyemez. Bu halkın inanç, gelenek, medeni varoluş süreci ve klas duruşuna karşı kimler direniyor ve aşağılamaya kalkışıyorsa, bilelim ki onlar, bu milletin aslından değildir.
Bilsinler, bundan sonra her olumsuz gibi gözüken olay, kalkışma, manipülasyon, bu milletin özüne daha yakınlaşmasını sağlayacaktır. Bahar geldiğinde, buzdolaplarını bahçeye çıkarıp kışı geri getirmeye uğraşanlara ne denilmesi gerektiğini sizlere havale ediyorum, sevgili okuyucularım.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT