BİZ, BİZE NE KADAR YAKINIZ?
Dünya çok zor bir zaman diliminden geçmektedir. Bilebildiğim kadarıyla, tarihte de bu denli, dünyayı bir baştan bir başa kuşatan böyle bir salgın yaşanmamıştır. Bu da geçer ya hu, diyerek ümitle günlerimizin iyiye doğru evrilmesi için dua ediyoruz.
Bu tip durumları fırsat bilerek hayatımızda önemli değişiklikler de yapabiliriz. Mesela evimizde kitaplar okuyabiliriz. Kitapların engin dünyasına açılabiliriz. O zaman göreceğiz ki, “tufan” gibi görünen günler, aydınlık birer kazanım olmuş olacak.
Ben kendi hesabıma evde şuna başladım: Her akşam eşimle oturup İslam İlmihal’i okuyoruz. İnsan unutkan bir varlıktır, unuttuklarımızı tazeliyoruz. Uzun yola araçsız çıkamazsınız; hayat ve ötesi uzun yola, Rabbimizin göstermiş olduğu araçlarla çıkmazsak, yolda kalanlardan oluruz.
Ev hayatı, bir biçimde insana kabir hayatını da hatırlatıyor. Yalnızsınız; düşünceye, kendinizi tanımaya daha çok zaman ayırabiliyorsunuz. Meğer dünyada kimleri tanımışsınız da kendinizi tanımaya fırsat bulamamışsınız. İşte tam zamanı, kendinizi tanıyınız. Meğer ne kadar zormuş kendini tanımak! Ne yokuşlar var içimizde! “Boşuna gezmişim yok tabiatta/ İçimdeki kadar iniş ve çıkış.” boşuna dememiş, Necip Fazıl.
Dünya kadar kitap okumuşuz, güzel de, içimizde yazılan ve bizi sonsuz âlemde temsil edecek olan iç kitabımızı okumamışsak, halimiz nice olur? Yoksa okur- yazar değil miyiz?
Bakınız, dünyanın tüm dilsizleri işaret diliyle anlaşabiliyorlar. Oysa dilini kullanabilenler, dünya dillerinden ancak birkaç tanesini bilebiliyor. Öyleyse dil bakımından kim zengin? Sonsuz âlemdeki dil, “Hak” dilidir; o dili dünyadayken meşk etmeyenler, ötede yetim ve öksüz kalmayacaklar mı? “… Onların kalpleri vardır, ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır, ama onlarla göremezler; kulakları vardır, ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 179)
İç dünyamız, “Dünyaya kapalı, Allah’a açık.”sa, konuşamayacak olduğumuz dil ve anlayamayacak olduğumuz hakikat kalmaz. Gafil insanlar, dünyayı ele geçirseler, aslında gaflet biriktirmiş olurlar. Gençler, yakın geçmişte yaşamış nice firavunvari insanları görmemiştir, bilemeyebilir. Onlar yaşarlarken adeta firavunun dediği gibi “ Ben sizin en büyük rabbinizim!” diyorlardı; fakat bugün onları kimse hatırlamıyor; hatta çoğunu halk alay ederek hatırlıyor.
Amaç dünya ise istediğini, istediğin zamanda yap; sonucuna katlanmak şartıyla. Gaye Allah ise O’na kul ol ve insan olduğunun altını çiz.
Besmele’siz okunan, Besmele’siz başlanan her şey, insanlığın zararına neticelenir, neticelenmiştir; çünkü Besmele, varlığın yaradılış kodunu bozmadan ona yaklaşmanın adıdır. Besmele’sizler önce insanı bozdular, sonra da dünyayı. Öyleyse biz de Besmele ile işe başlayalım: Kur’an- Kerim’i açalım evimizde, önce ruh dilimizle, sonra anadilimizle onu okuyalım. Ardından Kur’an’ı yaşayan Peygamberimizi evimize davet edelim ve onunla sohbet edelim; içimize ayna tutacak olan mütebessim yüzüne bakalım, içimiz nurlansın.
Ve diyorum ki, bu virüs cehenneminde, İslam İlmihal’i okuyarak kendimize gelelim. Bize en yakın olan evimizin bize ne kadar uzak olduğunu görecek ve ürpereceğiz! Ya, biz bize ne kadar yakınız? Cesetlerini bırakıp, ruhuyla sonsuzluğa giderlerken, tüm emeklerini cesetlerine yatırım olarak harcayanlar, ruh yalnızlığı çekerlerken anlayacaklar, kim kime ne kadar yakındır diye.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT