BOSNA HERSEK’TE YANAR DURUR MEŞALELER
Bosna Hersek seyahatim çok bereketli geçiyor. Bayram öncesinden beri adım adım Bosna’yı gezmeye, tarihi ve turistik yerlerini görmeye ve ibretler almaya, dersler çıkarmaya çalışıyoruz. Gezimizden bazı bölümleri siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum:
Bayram öncesi Sarajevo’dan Mostar’a gittik. Yol boyunca bu Osmanlı beldesinde baharın dirilişini, tarihin kokusuyla birlikte iliklerimize kadar hissettik. Yeşillikler içinde kurulan her köyden geçerken, köyün kimliği olan minarelerden ruhlarımızın sesini duyduk ve buraları İslam beldesi yapmak için canlarıyla başlarıyla çalışan, didinen atalarımızı hayırla yad ettik, ruhlarına Fatihalar okuduk. Bir ülke, atalarının tarihini, çocuklarına ve gençlerine ver(e)miyorsa, o ülkenin iki yakası bir araya gelmez. Bir asırdır tarihi zihinleri tıkalı bir nesille karşı karşıyayız. Bana göre Türkiye’nin en büyük sorunu bu!
Mostar, dağların arasında bir vadide kurulmuş tarihi bir şehir. Aracımızı, Yunus Emre Enstitüsü’nün önüne bırakıp Enstitü bahçesine indik ve oradan, Enstitü’nün hemen karşısındaki Mostar Köprüsü’nü seyretmeye koyulduk. Enstitü Koordinatörü Yunus Dilber Bey, bir yandan bize bazı izahlar yaparken, bir yandan da, savaş esnasında Hırvatlar tarafından yıkılan köprüyü, tekrardan aslına uygun inşa eden ünlü mimar Amir Beg’in cenaze namazını kılıp geldiğini söyleyince, kaderin cilvesini hüzünlü tebessümle karşıladık.
Balagaj Tekkesi’ne direksiyonumuzu çeviriyoruz. Hayli uzun bir yolculuktan sonra keskin dağların arasında, suyun çıkış merkezinin yanıbaşındaki, Osmanlı dedelerimizden kalma (1521) bir tekke ile karşılaşıyoruz. 1250’li yıllardan beri Balkanları manevi yurt edinen bu mübarek dervişler, asırlardan sonra buraların maddi yurt olmasını da sağlamışlar. Bir diyara gönüllülerin gönülleriyle girerek oradaki insanları fıtratları ile tanıştırıyorsanız, işte orasının adı “vatan”dır. Çünkü vatan, ruhunu kalıba dökebildiğin yerin adıdır. Bunun adı fetihtir ve rahmettir. Bunun dışındaki tüm elde edişler işgaldir ve zulümdür. Atalarımız önce gönül fethine çıkarak insanları, içlerindeki güneşle tanıştırırdı. Bunun dışındaki savaşları ise emperyalist zulüm darbeleridir ki, buna uygarlığın kanlı ayak izleri diyorum. Atalarımız medeni idiler ve gittikleri yerlere de medeniyet götürüyorlardı. İslam’sız medeniyet mi olurmuş!
Bayram’ın ikinci günü (Salı), Bosna Hersek Maarif Vakfı’nın Ülke Temsilcisi Yakup Gül, Yunus Emre Enstitüsü Koordinatörü M. Akif Yaman, Romanya Temsilcisi Mustafa Yıldız ve İbn Haldun Üniversitesi Öğretim Görevlisi A. Osman Kuşakçı, çoluk çocuk dört araçla birlikte, Zavidoviçi’e bağlı Yunusoviç Köyü’ne iki saatlik bir seyahatten sonra vardık.
Bu seyahatimizde vardığımız yer muhteşem bir köy! Uluslararası Saraybosna Üniversitesi’nin (İUS) Güzel Sanatlar Bölüm Başkanı Yasir Göz Bey’in daveti üzerine bu köye gittik. On bir yıl önce tanışıp evlendiği Bosnalı bir Hanımefendi’nin köyü, Yunusoviç. Damat Yasir Bey ve Kayınpederi başta olmak üzere bizleri karşılayan ve çok yakın ilgi gösteren herkese çok teşekkür ediyorum.
Karadeniz Bölgesi köylerinin daha bakımlı, daha geniş ve oldukça düz bir benzeri bu köy. Gök mavi, yer yeşil. Hava güzel, meydan çimlerle kaplı, çocuklar oynaşta ve kuzu çevirmesi ocakta. Onun yanında mangallarda çeşit çeşit etler kızarıyor. Bir diğer tarafta semaverde çay demleniyor ve Yasir Bey, hem damatlığının vermiş olduğu heyecanla, hem de “muhacir” arkadaşlarını misafir etmenin coşkusu ve sevinciyle adeta fır dönüyor, hizmette kusur etmiyor.
Yemek masasında bir kuş sütü eksik, muhteşem bir yöresel ziyafetle çoluk çocuk doyuyor.
Bu esnada aramıza bulunan ve Türkiye’de tıp eğitimi almış Samir Bey’le sohbet ediyoruz. Sırp savaşından söz ediyoruz. Bulunduğumuz köy de bu savaştan nasibini almış, şehitler verilmiş. Savaşı yaşayanlar, o dönemlerden konuşmak istemiyorlar; çünkü hepsinin içindeki yaralar depreşiyormuş. Misafir olduğumuz ev bile savaşta bombaya hedef olmuş. Köyün karşısındaki dağlardan köy ateşe tutulmuş. Dağlar mayınlarla döşenmiş ve oraya kimse gidemiyormuş.
Samir Bey konuyu, o dönemde Fransa’da yaşayan bir gence getirmiş. Evli, iki çocuklu ve yirmili yaşlarında olan ve adı “Çetin Abdülmetin ÇAKMAK” olan bu genç, cihad şuuru ve ateşiyle Fransa’da duramıyor ve oradan kalkıp Bosna’ya cihad etmeye geliyor. Burada savaşıyor ve iki çocuğunu yetim bırakarak şehid oluyor. Onun şehadeti Bosnalıları daha çok kamçılıyor, onları cesaretlendiriyor ve dayanma gücü veriyor.
Bize olayı anlatan Samir Bey, iki sene önce yaşananları da detaylı olarak anlatıyor. Şehid Abdülmetin’in kundağında bıraktığı çocuklar büyüyüp Bosna’ya, babalarının mezarını aramaya geliyorlar. Uzun bir arayıştan sonra, onun cenaze namazını kıldıran imama ulaşıyor ve babalarının isimsiz mezarını buluyorlar. “Mezarı başındaki duygu yoğunluğunu görmenizi isterdim.” diyor Samir Bey. Kim duygulanmaz ki! Bir hilal uğruna batan bu genç şehidin huzurunda, babalarını dünya gözüyle tanımamış iki oğul! Ateşte kaynayan iki kalp! Hepimiz duygulanıyoruz. Bosna’da buna benzer çok olayların yaşandığını da söylüyor Samir Bey.
Akşam namazını, mahalle mescidinde kılarak köyden ‘’Bayram’ı Şerifiniz Mübarek Ola.’’ diyerek ayrılıyoruz, içimiz minnetle, şükranla dolu olarak.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT