BU ÇAĞIN SİMURG’U NEREDEDİR?
Kadim gelenekten yoksun, ortak ölçülerden uzak, saygı duydukları kanun ve nizamlardan koparılmış bir yitik Müslümanlar söz konusudur ve bunlar yabancı bir dünya içerisinde garip düşmüşler, yollarını kaybetmişler, amaç ve hayallerinden uzaklaşmışlar ve bir “yığın” olarak anavatanlarında “yaban” konumunda ve diz üstü çöküp kalmışlardır. Arkalarındaki bütün köprüler yıkılmış, önlerinde ise bilinmeyen bir dünya vardır.
Bu insanların ruhları titrektir, anlayışları dalgalıdır, sözleri genellikle dikişsizdir, kişilikleri net değildir; tutamakları olmadığından kendilerini havada gibi hissederler ve güven duyguları darbe yemiştir.
Bunların da merakları vardı, amaçları vardı; İ’lây-ı Kelimetullah (Allah’ın ismini yüceltme) adına medeniyetler kurmuşlar, dünyaya hak ve adalet dağıtmışlar ve insan denen varlığın izini yeryüzüne kazımışlardı.
Yok, şimdi hiçbiri yok bunların. İflas edip bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düşen zengin gibi, gözlerinde yaş, gönüllerinde bir sürü vehim ve en önemlisi amaçlarını kaybetmişler ve boşluğa düşüp dayanaklarını kaybetmenin getirdiği korku psikozuna kapılarak ahlâken darbe yemişlerdir. Kaybolmuş merakları, vakarları yerine, bulduklarını kutsallaştıran acelecilikleri, onların ahlâkî yapılarını da derinden sarsmıştır. Bir lokma ekmek ve ona giden yollar kutsalları haline gelmiş; değer yargıları kökünden sarsılmıştır.
Despot bir dünyada büyüdüklerinden bencillikleri öne çıkmış, merhamet ikliminde boy atmadıklarından paylaşım, bölüşüm gibi değerler onlara çok yabancı gelmiştir. Yaşadıkları zihinsel, kültürel, ekonomik kaos onları bir medeniyete sahip oldukları fikrinden uzaklaştırmış ve her şeye olmak duygusuyla değil, sahip olmak duygusuyla yaklaşır hale gelmişlerdir.
Okudukları okullarda eski medeniyetlerine ve dedelerine hücum edildikçe sinmişler, içlerine kapanmışlar; “bilim” adına geçmişlerine yapılan hakaretleri defterlerine not ederek, sınavlarda gözyaşlarıyla birlikte bunları kâğıda dökmüşlerdir. Böylece cetlerine ve eski medeniyetlerine hakaret ederek “bilim” sahibi olmuşlar ve hayata tutunmuşlardır!
“Yeni düzen”in en onulmaz acısı, gelecekle ilgili hayallerinin budanması olmuştur. Hayallerindeki gibi çocuk yetiştirememişler, aile yuvası kuramamışlar, komşuluklarını yitirmişler, akrabalık bağları çözülüp gitmiş ve dımdızlak orta yerde kalakalmışlardır.
“Mutluluk” denilen kavramı unutmuşlar; mutluluk, ağır bir taş gelip yüreklerinin tam üstüne oturmuş, nefes almakta zorlanır olmuşlardır.
İşte kadim gelenekten gelen ve zihnen bu değer yargısını paylaşan insanlar, mazi ve hal ikilemi içerisinde kişilik erozyonuna tutulmakta ve hayallerindeki mutluluk Anka’sını kaybetmenin şaşkınlığını yaşamaktadır. Oysa onlar, mutlu olmak için Simurg’a ulaşmanın gerekliliğine inanıyorlardı. Bunun için de yedi zor vadiyi aşmak ve Simurg’a ulaşmak uğruna yollara koyulmuşlardı.
Işıltılı avizelerin altında Simurg’a ulaşılmayacağını hissediyorlar, ama ne var ki, mutluluğun şifresini kaybettiklerinden kapı önünde kalakalmışlardır.
Gazze, bu insanlara kadim medeniyetlerinin şifresini vermek üzere, kadim bir beldede ışık yakmış, Ümmet-i Muhammed’i beklemektedir. Bu çağın Simurg’u Gazze’de kanatlarını çırpmaktadır. Heyecanla sorulan ve cevabı beklenen soru şu: “Ümmet-i Muhammed kim veya kimler olacaktır?”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT