BU ÇAKAL KUTSAL ÇAKAL
Çakal ormanda yürürken birden bire bir çukura düşer. Çukurun içinde can havliyle çırpınan çakal son bir hamleyle çukurdan çıkar. Meğer düşmüş olduğu çukur boya ile doludur. Kendine gelen çakal boya ile bulanmış vücuduna bakar bakar şaşırır. Ormanın içlerine doğru gururla yürür. Onu gören diğer hayvanlar da paniğe kapılır; bu gördükleri bambaşka bir varlıktır; hatta ormanın yeni kutsal bir yaratığıdır. Hayvanların kendisine hayranlıkla ve korkuyla baktığını gören çakal, daha bir gururla ve çalımla yürümesini sürdürür ve ormanda krallığını ilan eder.
Çakalın bu krallığına diğer hayvanlar boyun eğse de aslan kuşkuya düşer. Acaba bu yeni kral kim? Böyle bir şey olabilir mi? Saltanatı bırakmak sanıldığından da zor. Sabreder aslan; fakat ormandaki hayvanlar yeni krala çoktan bağlanmışlar ve önünde eğilmişlerdir. Aslanın buna dayanabilmesi elbette zordur.
Birkaç saat sonra okkalı bir yağmur yağar. Tüm hayvanların ortasında duran çakalın hali hiç de iyi değildir; üzerindeki boyalar akıp gider ve bizim çakal ortaya çıkar. Siz aslanın halini görün!
Boya çukuruna düşen çakalın ormanda aslanlığını ilan etmesi, yağmurun yağmasına kadar sürer; sonrası rezillik ve candan olmaktır.
Sanatta, edebiyatta, düşüncede ve hatta politikada yeteneğine, dehasına göre değil de konjonktüre, parasına ve geçici boyaya göre hareket edenler, bir gün gerçeğin yağmuru yağdığında, ortalıkta rezil olmaktan kurtulamazlar. Ve bunlar sürekli, halkın doğru algısını iğdiş ettiklerinden toplumun duyargaları kütleşir.
Son zamanda ülkemizde gelişen olaylardan söz etmiyorum; ama bunun da içinde olduğu bir süreçten geçtiğimizi de unutmamak gerek. Orman, asıl yurttur ve orada herkes kendi kimliği ile ortadadır. Ne var ki, ormanın içine yerleştirilen boya küpleri, zaman zaman farklı kılıkların ortaya çıkmasına ve kitlenin de şaşkınlığına sebep olmaktadır. Bunun adı, medeniyet sapmasıdır. Medeniyet sapmasının olduğu yerde aslanla çakalı ayırt etmek herkesin işi değildir; ya yağmuru beklemek lazımdır, ya da keskin deha sahiplerine ihtiyaç vardır.
Oysa biliyoruz ki, insan doğası tefekkürden (düşünceden) çok, tembel veya faal hayata eğilimlidir. Zenginlik görünce rahatına düşer, fakirlikte de isyan eder. Aslında insan kadar yaşadığı şartlara intibak edebilen bir başka varlık yoktur. Ne var ki, kitleleri harekete geçiren dehalar da her çağda mevcuttur ve onlar yağmurdan sonrasını iyi organize etmesini bilirler.
Hepimizin hayatında vardır veya okumuş duymuşuzdur; yetkin olmayanların başarılarından geçici olarak söz edilse de sonunda bir başarı değil, hüsran, yıkım orta yere çıkar. Kitlelerin sürekli manipüle edilmesi, onları gerçek başarıya karşı kuşkuya düşürür.
Ülkemizde bunca darbenin varlığı, halkımızı adeta darbeye karşı aşılamıştır. Darbeleri, akıp giden hayatın bir parçası gibi algılar olmuştur. Bu durum, aslında tarihi ve de medeni bir sapmanın kanıtıdır. Neden her boya küpüne düşen kendini kral ilan ediyor? Ya da ormanın içine bu kadar boya küpünü kim veya kimler gömdü? Kendi ülkesi delik deşik olurken kitlelerin hepsi uykuda mıydı?
Kitleleri manipüle etmek çok kolay da yağmurun yağmaması için gök kubbenin altını tümüyle örtecek şemsiye var mıdır? Yahut ormanda aslanın olmadığını, onun bir gün kükremeyeceğini kim söyleyebilir?
Kabul etsek de etmesek de gök delinircesine yağmur yağmaktadır. Çakal orta yerdedir ve titremektedir. Ormanda bir uğultu duyulmaktadır. Bu, uyanıklığın işaretidir. Aslanın keyfine de diyecek yoktur. Ne var ki tilki, aslana karşı can derdine düştüğünden yeni oyunlar sergilemekten de kaçınmamaktadır. Ama aslan bunca darbeden sonra artık bu oyunlara karşı bilinçlenmiştir.
YAZIYA YORUM KAT