BUGÜN 17 HAZİRAN, NASIL SEVİNMEZ İNSAN!
Bugün 17 Haziran 2021. Tarihimizde çok önemli bir gün. 18 yıl susturulan ezanın tekrar minarelerden Müslümanlara özgürce seslendiği gün. 3 Şubat 1932’de bu memlekette “Allahu Ekber” demek yasaklandı, tam 18 yıl, şaka değil. Ne zamana kadar? 14 Ekim 1950’de Menderes iktidara gelene kadar. Seçimden otuz üç gün sonra, 17 Haziran 1950’de minareler asaletine kavuştu, Allahu Ekber!
Ben bu yazımda resmi söylemleri dile getirmeyeceğim. Bir köylü kadının duygularını kısaca anlatmaya çalışacağım. Rahmetli babaannemin duyguları beni hâlâ etkilediği için onlardan söz edeceğim. Babaannem anlatsın:
“ Evladım, ezanımız minarelerden susturulduğu zaman ben 32 yaşındaydım (1932). İki kızım, iki oğlum vardı. Büyük oğlum 12 yaşlarında idi. Onu hafız yapmak için köy hocasına gönderdim. Ne var ki hemen sonra ezan yasaklandı. Sadece ezan mı; Kur’an da yasaklandı. Yavrumun koynuna Kur’an sahifelerini yerleştirip, onu değirmenlere, tarlalara gönderiyorum, hafızlık yapması için. Köy hocası artık camide Kur’an okutamıyor, ezan okuyamıyor; jandarma korkusu ömrümüzü yedi bitirdi. Köyde zaten kıt kanaat geçiniyoruz; ama yavrumuzun Allah yolunda yürümesi için de elimizden gelen gayretleri gösteriyoruz. Tam işte bu sırada “Allahu Ekber” demek yasak! Ben Rus işgalini de gördüm, ama bunun kadar ağır bir yük ruhuma yüklenmemişti. Karadeniz’in dağları gelip sırtımıza bindi. Zaten köyde erkek kalmamış, hemen hepsi savaşlarda şehit olmuştu. Bize durumu anlatacak kimsemiz de yoktu. Kendi vatanımızda yaban ellere düşüverdik!
Sonra, aradan tam 18 sene geçti. Bu karanlık yılları hatırlamak istemiyorum. Açlık, sefalet bir yana, bir parça mısır ekmeği bulabilmek ve çocuklarımızın açlıktan ölmemesi için olağanüstü çaba gösteriyoruz.
Bir öğle vaktiydi. İnekleri beslemek için ahıra inmiştim. Ahırın kapısı da açıktı. Cami, evimizin tam karşısındaydı. Ben ineklerle uğraşırken birden bir ses kulağıma geldi. Önce rüyadayım sandım; çünkü ezan rüyalarıma çok girerdi, “Allahu Ekber!” diye minareden ezan okunuyordu. İnanamadım! Ahırdan dışarıya doğru fırladım; evet ezan bu! Ahırı, inekleri bıraktım ve bahçeye doğru koştum. Meğer mahalleli de aynı sesi duymuş, tüm kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar, gençler hepimiz bahçeye dolduk. Ağlamayan bir tane göz yok. Zıplamayan, bağırmayan, üst başını yırtmayan kimseye rastlayamazsınız. Herkes adeta çıldırmış durumda! Müezzin de kaç kez okudu bilemiyorum ezanı, ama birkaç kez okudu minareden. Minare diyorum ya, ne gezer, minare yerine bir dut ağacından ezan okunuyordu.
Hayli zaman sonra kendimize geldik. Mahallede, tüm köyde bir hava bir hava ki nasıl! Herkes elinde, avucunda ne varsa orta yere seriyor, gelen yiyor, giden yiyor. Havaya kurşunlar sıkılıyor, tekbirler getiriliyor; kim sebep olup ezanı aslına çevirtmişse ona dua ediliyor; herkes yeniden doğmuş ya da cennete kavuşmuşçasına seviniyordu. 18 yıllık zulüm o sevince değerdi. Ben ne evlendiğim zaman, ne çocuklarım dünyaya gelince o sevinci duyamadım. Evladım, maneviyat sevinci başka bir şey, ah bir bilebilseler!”
Babaannemin başka da anlattıkları vardı, ama onları geçiyorum. Her darbe döneminde ezan Türkiye’nin gündemine gelmiştir. 1960, 1971, 1980, 28 Şubat… Ezan bu milletin ruh köküdür. Bu milletin ruh kökünü kopartarak ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bu millet, kendi öz değerleriyle oynayanları asla unutmamıştır, unutamaz da.
Niçin iktidar olamadığınızı ekonomide, şurda burada aramayın. Ezan ve Kur’an bu milletin kalbidir, o kalbe dokundukça sizler hep dışlanacaksınız. İktidarı bıraktık, millet tarafından sevilmek istiyorsanız, onlarla birlikte secdede buluşmalısınız. Ne yapalım, bizim de inancımız bu!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT