Bütün suç fırıncıda!
İlkokulda, muhtemelen Milli Eğitim tarafından tavsiye edilmiş bir hikâye kitabındaki anlatılanları hiç unutmam.
Baba, oğluna 1 lira verir ve 50 kuruşa ekmek, kalan 50 kuruşa da zeytin almasını ister.
Fırına giden çocuk 1 lirayı verip ekmek alır. Fırıncıdan da paranın üstünü ister. Fırıncı ise çocuğa zaten 50 kuruş verdiğini ve para üstü olmadığını söyler. Israrla paranın üstünü isteyen çocuğu da fırından kovar.
Elinde 1 ekmek ve cebinde olmayan parayla çocuk, baba korkusundan bakkala girip 50 kuruşluk zeytin ister.
Zeytin poşetini alan çocuk para vermeden dışarı çıkarken bu kez bakkalcı seslenir: Evladım, Zeytinin parasını vermedin
Çocuk ise; Ödedim amca. Kasaya koydun ya... diye söylenerek yavaş yavaş bakkaldan çıkmaya başlar.
Bakkalcının, Evladım ödemedin lafını dikkate almadan seri adımlarla bakkaldan uzaklaşan çocuk dışarı çıkıp ellerini açar ve Ey Allahım, fırıncıdan al bakkalcıya ver der
Bu, Milli eğitim tarafından önerilen hikâye kitabındaki tasvir, ilk bakışta, haksızlığa karşı, çaresiz kalan küçük bir çocuğun pratik zekâsını anlatıyor.
Koca bir kitaptaki onlarca hikâyeden sadece bu kaldı aklımda.
Diğerleri sadece sıradan şeylerdi sanırım.
Hikâyedeki düz mantık anında ilgiyi çekiyor.
Öyle ya, çocuğun ne günahı vardı? Fırıncı paranın üstünü vermemiş
Zeytin parasını nereden bulsun çocuk?
Yüce Yaradan alsın fırıncıdan, versin bakkalcıya!
Gayet pratik ve adilane değil mi?
Biz hikaye okurken, bugünün Türkiyesinin tohumları büyütülüyordu aslında o günlerde.
Bu hikâyelerle hırsızlık, arsızlık ve dolandırıcılığı nakşediyorlardı çocukların genlerine.
Şunu biliyorlardı ki; hikâye kahramanının yerine kendini koyan çocukların, büyüdüklerinde her çaldıkları için bir fırıncı bulacaktır vicdanları
Hangi hırsız kabul eder yaptığı işin kötü olduğunu?
Soruyorum, var mı bildiğiniz, kendini kınayan bir sahtekâr?
İşi daha da ileri götürerek, zenginlerden alıp fakirlere dağıttığını söyleyen ve toplumsal bir hizmet sunduğunu iddia edenlerin hala bu tür hikâyelerin hipnozunda olmadıklarını kim açıklayabilir?
İnsanların genleriyle oynamadan 80 senede böyle bir mutasyon mümkün değil.
Ama bir milleti böyle hikâyelerle yoldan çıkardılar.
Eskiden insanlar kapılarını mandalla kapatırdı
Rüzgârdan açılmasın, kedi-köpek girmesin diye...
Şimdi evlerinize çelik kapılar yapsanız da, işyerinize alarmlar taksanız da, cezaları artırsanız da önüne geçemiyorsunuz suçların.
Toplum kendinden geçmiş bir paranoya ile hırsızlık, arsızlık bunalımında.
Müşterisine Ben siftah yaptım, komşu dükkândan al diyen esnafın hikâyesi, tozlanmış raftaki, okunmayan, sayfaları birbirine yapışmış kitaplarda kaldı. Kimsenin kimseye güveni kalmadı.
İnsanlar komşusuna bile güvenemez bir şüpheyle yaşıyor artık kentlerde.
Arabanın çarptığı yaşlı bir amcayı kaldırıp hastaneye götürecek insanların olmayacağı günlere doğru gidiyoruz
YAZIYA YORUM KAT