CAHİLİN DİNİ CEHLİDİR
Şöyle bir göz atalım garip hallerimize:
“İki günü birbirine müsavi (eşit) olan aldanmıştır.” der, Peygamberimiz (AS).
Biz bunu çoğunlukla, bugün on lira kazandım, yarın daha çok kazanayım, anlayışına çevirdik. Oysa insan, sonsuz bir yolculuğa çıkan varlıktır; her günümü dolu dolu nasıl değerlendireyim ki, zamansız ortamda bana yararı olsun, düşüncesinde olmalı değil midir? Her günümüz, kemale ermek için birer basamak olmalıdır.
Sünneti yaşamayı iddia edenlere bakıyoruz, farzları unuttular, onları terk ettiler.
Oruç tutanlar yemediler, içmediler; fakat kul hakkı yemekten kaçınmadılar.
Kuşluk namazını kaçırmayan hacı, dükkânındaki müşteri kaçmasın diye yalandan yeminlerle malını satmaya çalıştı ve sonra ondan kazandığı parayı çoluk çocuğuna yedirerek onları da zehirledi ve toplumun kokuşmasında baş amil oldu.
Domuz eti haramdır, dediler; ama yetim hakkını hiç sıkılmadan yemeye utanmadılar. Yetimin gözyaşlarından havuz kurup orda yıkanmayı gusül abdesti sandılar.
Komşunun mevlidine gitmeyi kaçırmadılar; ama aynı komşunun gıybetini ederek onun ölü etini yemekten kaçınmadılar.
Cemaat namazına dikkat ettiler; ama cemaat haklarına asla dikkat etmediler.
“Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor,
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.”
diyor ya, Necip Fazıl Üstad.
Kaçan da “Allah” diyor, kovalayan da.
Ölen de “Allah” diyor, öldüren de.
Müşrik de Müslüman olduğunu sanıyor, münafık da.
Dini parçaladılar, mazlumlar bu parça dinle oyalanır oldular; bu nedenle Hakikat’le karşılaşma ihtimali oldukça düşük seviyelere indi.
Şeklen, sureten Peygamberimiz’e (AS) benzemeye çalışırken, bir de baktık ki, ruhen ve sireten Ebu Cehil’e benzeyenler çoğaldı.
Nefsini öldüreceğine, Müslümanları öldürmek neredeyse “aşk” haline geldi.
Gerçek anlamda Kur’an’ı okuyup yaşayacağına, onun tozunu almak için ona dokunmayı manevi görev bildi ve fakat Müslüman kardeşine dokunduğu yerler morardı.
“Filan Müslüman’dır.” sözünden, “Filan kâfirdir.” sözünü daha çok sever oldu.
Olanlar oldu, fakat olmaya da devam ediyor; asıl tehlike burada.
Asıl tehlikenin kaynağı, bu toplumun İslam cahili olmasındadır. İslam’ı nerede öğrenecekti? Hayatın tüm evrelerinde yaşanmayan bir din öğrenilmiş olabilir miydi? Yaz tatilinde camiye gidip Kur’an’ı yüzünden okumak, İslam’ı öğrenmek için yeterli olabilir miydi? Yaklaşık bir buçuk asırdır İslam’ın hayata dair hiçbir sözü kaale alınmadı. İslam adeta bir köle muamelesi gördü. Hangi “efendi”, kölesinden ahlâk ve davranış öğrenecekti?
Merdiven altı İslam’a zarar veren cinsten tarikatların patlaması bundandır. Fıtrat yetim kalınca, yetimi doyurmaya çalışan bir sürü zır cahil, müptezeller çoğalır. Bahçeye meyveler ekilmeyince, ayrık otları bahçeyi kaplar. Bu, tabiatın gereğidir. Unutmuyorum, Sovyetler Birliği dağılınca, Rusya’da bir anda beş yüz mehdi çıkmıştı. İnsanların sonsuza yürüyüşleri, Allah tarafından dizayn edilmeyince, sapıklıkların orta yere çıkması adeta kaçınılmazdır.
İnsanlar çoğu zaman gerçekle hayal arasında gidip gelirler. Hayal âleminde kurdukları dünyanın da hükümdarlığını kimseye vermezler.
Ne var ki, insanları bu hayallerinden uyandıran somut gerçekler vardır ve bir gün size bu gerçekler öylesine toslar ki, sizi gerçek hayatla karşı karşıya getirir; fakat son pişmanlık fayda vermez.
Zaafsız insan olmaz, zaafını iyi ve dengeli yönetebilene “İNSAN” denir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@hotmail.com
YAZIYA YORUM KAT