Cemaat ve tarikatlar yeni bir duruş belirlemek zorundadır
Doğru oturup doğru konuşalım.
Eğri oturup doğruları söylememiz kolay değildir.
Ülkenin bugünü ve geleceği adına umutlarımız olduğu gibi ciddi kaygılarımız da var.
Bu sebeple de genellikle siyası konularda yazmaya kendimizi mahkûm hissediyoruz.
Siyasette çok eskiyim ve bir nevi son yarım asrın hafıza kutusu gibi sevinç ve acılarla doluyum.
Yaşım daha henüz 14 iken kendimi Ülkücü hareketin için de buldum.
O yıllarda bu ülkede kardeş kardeşi boğazlıyordu ve ben ülkücü cephede mevzimi almıştım.
Ülkede kan gövdeyi götürürken cephelerin birinde yer almak elbette vatanseverlik ve yürek gerektirirdi.
Düzenbazlar, neme lazımcılar, teneke yürekli olanlar; ülke ve millet kaygısı olmadan sıcak döşeklerinde ve mahzenlerinde rahata vermişlerdi.
Bahse konu çevreler şimdi siyaset arenasında boy gösterirken, kendilerini kardeş kavgasından uzak durmakla akıllı insanlardan pazarlamaya çalışırlar.
İster sağ olsun, isterse soldan olsun, toprağa düşen veya sehpalarda ömür tüketen zamanın gençliğinin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Henüz yirmi yaşında, hayatının baharında olan bir gencin ölümü seçmesi kadar şerefli bir rütbe tanımıyorum.
Aldatılmış olsalar da, oyuna getirilmiş olsalar da o yaşlardaki gençler bu rütbeyi fazlasıyla hak edenlerdirler.
O günlerde bir birine taş atanlar bugün kucaklaşıyorlarsa şükürler olsun. Geçmişte düşman gözüyle baktığım insanların şimdilerde yanıma gelip çayımı içmeleri, geçmişi anarken hepimizin gözlerinin yaşarması bir toplum mühendisliğinden çok daha ötelerde bir durumdur.
Bu ülkede doğuştan komünist veya ateist yoktur, sahnede olanların imalatçıları da dinden geçinen ve Allah’ın dinine ambargo koyan dinden geçinenlerdir.
Kara Eylül öncesi “Hergün” gazetesinde yazdığım bir köşe yazımda devrimci gençlere çağrıda bulunmuştum; “Aramızdaki kavgaya kısa süreliğine olsa da ara verelim ve düzenin kaymağını yiyen maskeli şövalyelerin hesabini görelim” demiştim.
Bu köşe yazımdan dolayı da burada ismini zikredemeyeceğim ülkücü cenahtaki yüzlerce kule insanın takdirini aldığımı hatırlıyorum. Bu insanlar zamanın bu hareketteki en üst düzey insanlarıydılar. Hepsi de rahmetli olmuşlardır ve mekanları cennet olsun.
Ülkücü nesillerin nefsi müdafaa pozisyonlarını olduğundan farklı gösterenleri son zamanlarda siyaset arenasında gördükçe ne kadar haklı olduğumu bir kere daha anlıyorum.
Siyasette çok eskiyim dedim ve çok erken yaşlarda kendimi siyasetin içinde buldum. O zor yıllarda Rahmetli Başbuğ olmak üzere binlerce kule insanlarla tanışmak nasıp oldu bana. Hepsinde gördüğüm, duyduğum ve izlenimini edindiğim binlerce husustan bir tanesini burada zikretmek istiyorum. O yıllarda ve günümüze kadar gelen süreçte Ülkücü hareketin cümle mensupları tarikat ve cemaatlere hep iyi niyetle ve hürmetle yaklaşmışlardır. Ancak bahse konu tarikat ve cemaatler ülkücülerin sırtından geçinmek istemişler ama asla Ülkücüleri sevememişlerdir.
14 yaşımdan beri bu çelişkiyi muhabbetin tek taraflı olmasının arka planındaki dürtüyü hep düşünmüşümdür ve sebebini de merak etmişimdir.
Çünkü onlar biat kültürüyle yetiştikleri için sevgi ve merhamet kapılarını kendilerinden olmayanlara asla açmazlar. Kendi aralarında da durum aynıdır ve hiçbir tarikat veya cemaat diğer başka bir cemaat ve tarikatı asla tasvip etmezler. Çünkü hepsinin nihai hedefi aynı tarlayı yalnız kendilerinin tek başlarına ekip biçme arzularıdır.
Cemaat ve tarikat ağaları asla küçük denizlerde yüzmezler. Onlar hep büyük siyaset denizlere yelken açmak isterler. Hakkın, doğrunun yanında değil de güçlü olanların yanlarında görünmeyi temel strateji olarak benimsemişlerdir.
Son zamanlar da olup biten bazı gelişmeler yeni bir durum değerlendirmesi yapmaya zorluyor söz konusu yapıları.
Bugün falan cemaat toptan terör örgütü muamelesi görüyorsa ve bu dururum karşısında hiç bir cemaat veya tarikat bize alan açıldı diye sevinmesinler. Çünkü yarın sıra onlara da gelecek. Cemaat ve tarikatlara karşı başka her hangi bir iktidar savaş başlatmış olsaydı bu ülke Allah korusun kan denizine dönerdi. Bu işi ancak ve ancak dinci bir parti diye kendilerini topluma yutturmayı başaranlar yapabilirdi. Hedefte olan cemaatin yalnızlığı onun diğer cemaatlerden çok daha kötü olduğu konusu değildir. Boşalacak alanı doldurma arzusudur bugünkü sessizliğin sebebi. İşin püf noktası yalnız bu cümlemde gizlidir. Hani mümin müminin kardeşiydi, hanı birisi ağlarken başka bir Müslüman gülemezdi. Bütün cemaatlerin tabanlarındaki insanlar nefesleri kuran kokan insanlardır. Bir yerle de bir şeytan değirmeni ununu eliyorsa o değirmende zirvelerde dönmektedir.
Şimdi yeni bir durum değerlendirmesi yapmaları şart olmuştur. Kendilerine en yakın siyası parti olan MHP denizinde yüzme zamanı geldi zannediyorum.
AKP küresel oyunculardan aldığı direktifler sonucu cümle tarikat ve cemaatlerin köklerini kazımaya niyetlidir. CHP, Ak parti kadar olmasa da söz yapılara ezelden karşıdır. Şimdi yeniden denize açılma zamanı ve MHP’ye istemeseler de destek verme zamanı. Aksi bir durumda hepsi hedeftedir ve hepsinin kökü kazınacaktır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, cemaat ve tarikatlara karşı böylesi bir savaşı AKP’den başka hiç kimse başaramazdı. Bana göre küresel odaklar çok ince ve sinsi bir plan yapmışlar ve AKP sayesinde de uygulamaya koymuşlardır. Yine bana göre kürsel odakların istedikleri şey, cemaat ve tarikat tabanlarının radikalleştirilerek legal alandan illegal alana taşınmalarıdır. Dindar olduklarını söyleyen bu yapıların kendilerini yeniden sorgulamalarının zamanı geldiği gibi kendilerine seçebilecekleri tek siyası adreste Milliyetçi Hareket Partisidir. Haydı hayırlısı olsun bakalım.
YAZIYA YORUM KAT