CEMATÇİLİK Mİ YOKSA ZÜMRECİLİK Mİ?
Her şeyin tek sahibi ve yaratıcı olan yüce kudret bu yerkürede birden çok canlı ve cansız varlık yaratmıştır. Yüce Allah in bu evreni milyonlarca veya belki milyarlarca canlılarla donatmasının elbette bir hikmeti veya sebebi de vardır.
Yüce takdirin var ettiği her canlının bir hikmeti ve yaradılış sebebi olduğu kadar, yaratılan her canlıya elbette belli birde misyon veya görev de yüklenmiştir. Hiçbir canlı tesadüfen meydana gelmediği gibi, yüce kudret de hiçbir nesneyi sebepsiz veya gereksiz yaratmamıştır.
Yüce Allah kullarına kendi aralarında adaletli olmalarını, kavgadan uzak durmalarını, güzel olanda yarışmalarını emretmiştir. Yüce dinimiz İslam; toplumu akrabalara bölüşmeyi, yanlışta olan yakının yakınına durmayı ırkçılık olarak işaret etmiş ve bu durumu haram kılmıştır.
Ancak bunun yanında İslam dini aileyi korumayı, nesebi bilmeyi, zürriyeti muhafaza etmeyi makbul saymıştır. İslam dini hiçbir zaman günümüzdeki siyasal İslamcı diye geçinen plebisit çevreler gibi soysuzluğu pirim vermemiş, kökten kopmayı veya milliyeti unutup inkar etmeyi asla teşvik etmemiştir.
Milyarlarca canlı arsında insan denilen canlı yine onun takdiriyle en üst rütbeyle onurlandırılmış ve eşrefi mahluk olarak şereflendirilmiştir. İnsan dışında kalan bütün canlı veya cansız varlıklar insanın hizmetine sunulmuştur. Bunca cömertliğe karşılık yüce Allah insandan yalnız kendisine kulluk ve şükretmesi istenmiştir.
Kul olarak yaratılan veya yalnız kendisine kullukla sorumlu tutulan insanoğlundan yüce sahibimizin dışında başkalarına hizmetkarlık etmesi bizim dinimizde makbul sayılmaz. Kul elbette kendisine, çevresine, yaşadığı topluma karşı sorumludur. Ancak bu sorumluluk duygusu Allaha olan teslimiyetimizi başka bir takım insanlara teslim olmaya zorlayamaz.
Ancak taşımamız gereken sorumluluğun da mutlaka makul bir sınırı vardır veya olmalıdır. Hiçbir zaman ve hiç bir şartta sorumluluk hissi veya nezaket duyguları kişiyi başkalarının önünde boynu eğer hale getirmemelidir. Çünkü Müslüman kibirden ve riyadan uzak kalan vakarlı insandır.
Bu milletin aziz Müslüman evlatları “ne başkalarını köle edinmekten, ne de başkalarına köle olmaktan haz duymazlar”. Kullar olarak herkesle eşit şartlarda hayat sürmeyi, yetenek ve becerilerine göre insanların ehil oldukları işlerde yarışmalarını, her insanın gücü ve bilgisi oranında sorumlu tutulmasını makul sayar. İslam dini, ifratın ve tefrit ortasını makbul bir çizgi olarak kabul eder.
Her şeyden önce şu noktanın altını özellikle çizmeliyiz. İster zengin isterse fakır olsun, ister kadın veya isterse erkek olsun, kısaca her ne olursa olsun; bütün insanlar yalnız ve ancak Allahın kullarıdırlar ve ancak ona kulluk etmekle mükelleftirler.
Söz konusu açıdan meseleye baktığımız zaman hiçbir insanın başka bir insanı silikleştirerek kendisine pervane etmeye hakkı yoktur ve böylesi bir zorlama çok da günahtır. Hz. Peygamberin ilk icraatlarından olan köleliğin kaldırılması bu anlamda çok derin manalarla yüklüdür.
Hiçbir insanın başka bir insanı kendisine kul edinmeye veya kul olan bir kişinin başka bir kulu dini anlamda tartmaya, onun günah veya sevap envanterini çıkarmaya hakkı ve yetkisi de yoktur. O yetki ancak Allahın kendisine aittir. Durum böyle olmasaydı, bugün olduğu gibi kul kulu hesaba çekseydi o zaman yüce yaratıcının alanına girilmiş olunur ki, Allah korusun bu yaklaşım şirk olurdu.
İnsanı hesaba çekecek, cezalandıracak veya mükâfatlandırma yetkisi yalnız Allah’a aittir. Dünya hayatında ve beşeri ilişkilerde elbette insanları sorgularız veya mahkeme ederiz. Ancak; dini konularda asla böylesi bir mahkeme etme veya yargılamaya tabi tutma hakkımızın olmadığına inanırım.
Her insan gibi veya toplumsal meselelere ilgi duyan herkes gibi biz de bu toplumda olup bitenlere karşı çocukluğumuzdan beri kendi çapımızda ilgiliyiz. Hiçbir zaman biz başka birilerini asla dinsizlikle itham etmedik veya asla hiçbir kimsenin günah veya sevap envanterini çıkartmakla kendimizi görevlendirmedik. Bu konularda aksını yapanlara, cehennem bekçiliğine soyunan sapıtmışlara da muhabbet duyamadık.
Bugün bu ülkede Allahın dini cemaat veya bir takım zümrelerce paylaşılmış, sade vatandaşa alan bırakılmamıştır. Başka bir ifadeyle, cemaatçilik adı altında ümmet içerisine zümrecilik fitnesi girmiştir. Her hangi bir cemaate veya tarikata aşına olamamış sade dindarlar söz konusu çarklara takılmış bir takım insanlarca kazanılması gereken hedef kitle haline gelmişlerdir.
Bu sakat mantığa gör sade vatandaşlar, iman dereceleri düşük insanlardır. Yine bu mantığı paylaşanlara göre; zaman cemaat zamanıymış, cemaat mensubu olmayanlar veya cemaat karşıtı duranlar ya cehennemlik ya da kefere ilan edilmeyi hak edecek kadar günahkar kimselermiş.
Bu çevreler, Hz. Ömer’in kaç yaşında hidayete erdiğini, nice mükemmel kişilerin ömürlerinin sonuna yakın bir yerde çizgiden kaydıklarını hiç bilmezler mi? Bu insanlar başka insanları bu şekilde tasnife kalkarlarken Allah’ın alanına girerek büyük bir günah işlediklerini hiç mi idrak edemezler?
İnanan insanların Allaha olması gereken teslimiyet hislerini bir takım tarikat veya cemaat liderlerine teslimiyete indirgemek doğru değildir. Allah ile kul arasına girmenin veya Allah’ın kulunu başka bir kula kul etmenin anlamsızlığını bugün her inanan insan artık idrak etmek zorundadır.
Hiçbir kimse başkalarının himmetiyle cennete gitmeyi hak edemez. Her kul kendi gayretleriyle o yüce makamları hak edebilir. Elbette yalpaladığımızda birilerine sırt dayayarak düşmemizi engelleriz. Elbette dini konularda da din alimlerinin önüne diz çöker ve onların ilim deryasından istifade ederiz. Ancak bu noktada itaat ve sürü psikolojisine insanları hapsetmeye hiçbir gerçek alim izin vermeyeceği gibi asla onay da vermez.
İnanan insan veya inanan insanlara öncülük eden insanlar talebe hoca ilişkilerinde asla ifrata veya tefrite düşmeden ilişkilerini sürdürmelidirler. İnsanları silikleştiren, katı bir itaat ve sürü psikolojisine mahkum etmek isteyenlerin hürmeti ve muhabbeti hak ettiklerini sanmıyorum.
Kavramlarının içlerinin şeytanca boşaltıldığı, din veya dindarlık adına insanların adeta sürüleştirilmeye çalışıldığı bu süreçte bu konularda en büyük günahı siyasal İslamcı diye tabir edilen çevreler işlemektedirler.
Gerçek ilim erbabının, peygamberi yolda ışık yayan muhteremlerin önünde muhabbetle eğilirken, çağımızın şarlatanlarına da bir o kadar muhabbet kısırlığı yaşıyorum. İnşallah yüce Allah bizleri saygıyı ve muhabbeti hak edenlerin takipçisi eyler.
YAZIYA YORUM KAT