CİNSİYETİNDEN NEFRET EDENLER
Bu tip yazılar yazmak istemezdim, hatta yazamazdım; çünkü bu konularda bilgi eksikliğim var; ama internet ortamında bir haber okuyunca dehşete kapıldım ve bir şeyler yazmaya çalıştım.
Haber şu: “İstanbul’daki bir tıp fakültesinde, cinsiyetini değiştirmek için, kız iken erkek olmak isteyen, dört bin kız sırada bekliyor.”muş! Haber devam ediyor; “ İki bin yedi yüz erkek de kız olmak için sırada” imiş!
Ve bütün bunların yüzde doksan dokuzu “özendirme” sonucu imiş, aslında biyolojik bir sorunları yokmuş. Fesübhanallah!..
En dikkate değer olanı da, özellikle bu kız çocuklarının isimleri; “Fatma Betül, Ebrar, Ayşe Hümeyra…” gibi “muhafazakâr” ailelerin çocukları olmaları. Seküler ailelerde böyle bir kopuş yok; çünkü yaşanılan hayat, onların önünde eğlence için, özgürlük için bir engel teşkil etmiyor. Birinde ip kısa olduğu için kopmuş, diğerinde biraz daha uzun olduğu için kopması daha sonra.
“Gündüz kuşağı” denilen yayınlara bakıldığında, evli ve çocuklu kadınların çocuklarıyla birlikte ailelerini terk ettikleri manzaralar iğrençlik, artık kanıksanarak izleniyor. Aynı şekilde erkeklerin de eşlerini terk ederek başka evli kadınlarla yeni bir hayata “yelken açtıklarını” ve stüdyoda eski eşleriyle yüzsüzleşmeye kalkıştıklarını da insan olanlar iğrenerek izlemektedir. Bakıyorsunuz, bunların çoğunluğu “muhafazakâr” denilen yerden gelmişler. Seküler dünyanın insanları bu denli iğrenç görüntülerini ulu orta sergilemiyor; onlar “sanat” adına kusmuklarını değil, heyecanlarını kamera önünde sergiliyorlar.
Alın size seküler dünyanın en göbeğinden bir haber daha: “Hollanda’da en çok ithal edilen şey, “yetişkin bezi” imiş, çünkü – affınıza sığınıyorum- büyük tuvaletlerini tutamıyorlarmış. Lût kavmi her çağda yaşıyor.
Dördü kız, üçü erkek bir grup var; hangisi erkek, hangisi kız bilinmiyor ve bunları izleyenlerin birçoğu da bunlar gibi olmaya adeta can atıyor. Yakında eşitlik adına kız ve erkek adlarını her iki cinse de koyacaklar. Fıtrat bu kadar müdahaleyi kaldıramaz infilak eder; bunun adı da intihardır.
Türkiye’de de öncü tipler, “rol model – yani tanrı, ilah”lar yok değil. Kimisi artist, kimisi, model, kimisi çizer, kimi yazar… Özellikle 15- 25 yaşları arasındaki gençlere çok kötü örnek oluyorlar. Sosyal medya vasıtasıyla her yere ulaşabildiklerinden, evlerimizin içinde bile onların gölgeleri dolaşıyor.
Yıllar önce Hollanda’nın başkenti Amsterdam’a gitmiştim. Bir grup arkadaş beni bir yere götürdüler; sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan her yer apaçık, her şey meydanda. Aklımın almadığı şeylere rastlayınca, arkadaşlara, beni hemen buradan çıkarın diye feryat ettim. Ölüm ne zaman gelir bilinmez, ben burada ölürsem melekler sormazlar mı: “Senin oralarda ne işin vardı?” diye. Şimdilerde oralar uçup gitmiştir.
Bütün bunlar niçin oluyor demenin ve bunlara cevap vermenin elbette çok boyutu vardır. Fakat asıl sorun Allah’a nasıl kul olunacağı bilinmiyor. Ölüm hatırlanmıyor, ölüm sonrası için hiçbir bilgi yok. Seküler dünyadan biri öldüğünde, ardından arkadaşlarının yazdığı yazılar insanlık adına dehşet verici; “beraber rakı içmiştik, çapkınlık yapmıştık…” tarzında yazılar. Peygamberin rehberliği “bilim” e kurban edilmiş. Başımızı iki elimizin arasına alıp biraz düşünmek zorundayız: Acaba birey, toplum ve devlet olarak nerede yanlış yaptık? Yanlışımızı görüyor ve bunlardan dönmek için bir çabamız var mı?
İnsanların kalbinde Allah’a giden yolu açmadan, oto yollar yaparsanız, o yollardan insanlar cehenneme doğru uçarak giderler.
Bunların ardından intiharların geleceğini, üstelik grup intiharların çoğalacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Doğal afet, yapacağını yapar, ondan sonra insanlar saklandıkları yerden çıkarlar. Bundan büyük doğal afet mi olur, neslimizi süpürüp götürüyor, ebedi bir azabın içine doğru sürüklüyor, bizler hâlâ ekran karşısında çekirdek çıtlatıyoruz!
Bir muhafazakâr kızımız “Ben İslam’dan değil, annemden soğudum.” diyor. Bunu gibi binlerce örnek vardır. Birçok aile bu durumun bilincinde değil, konuyla, olayla ilgili hiçbir donanımı yok. Çocuklarıyla aralarında oluşan mesafe ulaşılmaz. Kafalarını kuma sokup paradan başka bir şey düşünmeyen ailelerde çocuklar isyan halinde. Bu durumda da kendilerini anlamayan ailelerini terk ederek, “kendilerini anlayan” birilerine sığınmak için evlerinden kaçıyorlar. Ailelerin birçoğu zaten çocuk eğitiminden habersiz yaşamaktadır.
“Kız balkondan atlayıp intihar etti!” Öyle mi? Üniversiteli olmuş, ailesinden uzakta tam “özgür” duruma gelmiş, sonra da bir erkekle aynı evi paylaşarak nikâhsız “kar- koca” hayatı yaşamaya başlamış. Ailesi, kızımız üniversiteyi kazandı diye tatlı uykulara dalmış. Ve bir gece ne olmuşsa olmuş, kız balkondan aşağı atlamış mı atılmış mı bilinmiyor. Şeytan ve nefs imparatorluğunun kulları olduktan sonra teferruatın ne anlamı kalır?
Neyse neyse, ümitsiz olmayalım. Bunların yanında pırlanta gibi gençlerimiz vardır. İsmailî teslimiyetle, Meryem mahcubiyeti ve Fatıma nezafetiyle (paklık) hayata olumlu bakan nice gencimiz, secdelerinde Rabbimize kul olmanın derûni sevincini yaşıyorlar. Altın azdır, ama kıymetlidir.
Bilinçli, donanımlı Müslümanların yapması gereken şey; “Kum fe enzir.” -kalk ve uyar.- (Müddessir, 2) ayeti ışığında kırmadan, dökmeden gençlere ulaşmak olmalıdır. Bilinçli her Müslüman, sağına soluna bakmadan, kendine düşen görev ine ise onu yapmalı, kaldırabilecek olduğu yükü kaldırmalı, kaldıramayacak olduğu yükten de sorumlu olmadığını bilmelidir. “Bana ne?” sözü bizi hayattan kopardı; şimdi “Bize ne oldu?” sorusuyla debelleşip duruyoruz.
Rabbim, bizleri şuurlandırsın, çoluk çocuğumuzu İslam’a hadim eylesin. Her türlü sapkınlıktan, fesatlıktan onları korusun. Bizleri de bilinçlenmeye doğru adım atanlardan eylesin.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter;@DAlitasci
YAZIYA YORUM KAT