ÇOCUKLUĞUMU BULABİLİR MİSİNİZ?
Geçen yıllar acaba hangi yıldızda toplanıyor? O yıldıza gitsek, yılların bizden alıp götürdüklerini görebilir miydik? Örneğin, çocukluğumuzun masum yüzünü, ümit dolu gözlerini tanıyabilir miydik? Ya da onlar bizi tanırlar mıydı?
Ne tuhaf şey değil mi, zaman bizi bizden ayırıyor! Sevgililer birbirlerinden ayrılınca üzülürler; ya çocukluğumuzun, gençliğimizin bizden ayrılışına ne demeli? Hani, gençlik yıllarımızda kalbimize düşen o ilk ateşi hatırlayın; o ateş, şimdiki kalbimizi tanıyabilir mi? O kalbin atışını hızlandıracak duygu şimdi nerede? Zavallı kalbimiz, şimdi kolesterole teslim. Sevmek istese bile sevemiyor, aşk şubeleri kapalı.
Birisine kızarken veya ondan nefret ederken kolay kolay aynaya bakamam; yüzümün aldığı şekilden ürkerim; aynadaki kendimi tanıyamamaktan korkarım. Aynalar, hep mutluluğumuzun yansıtıcıları. Kızgın insanlar kendileriyle yüzleşmekten korktukları için aynaya bakamazlar.
Bir de "öte ayna", insanın derûnunu gösteren ayna vardır ki, o, ruhumuzu yansıtır. Merak ediyorum, acaba bir insan bir insana şehvetle, şiddetle ve nefretle bakarken, ruh, "öte ayna"ya nasıl yansıyor? Yıldızlara kaçan çocukluk, o ruhtan nasıl ürküyor? O ayna, şimdiki bizi yansıtıyorsa, çocukluğumuza acıyorum, yetim ve öksüz kaldı diye.
Her gün gündemimizi oluşturan birbirimizin ipe sapa gelmez hikâyelerini gevelerken, acaba "öte ayna"daki şeklimiz nicedir? Rüşvet yerken, bir işçinin hakkını gasp ederken, insan öldürürken, saygısızlık yaparken, eşine zulmederken ve sevmeden ömür tüketirken "öte ayna"daki siluetimiz hangi şekillere bürünüyor?
Bir gün "öte ayna"yla tanıştığımızda ve o, kendindeki bizi, bize gösterdiğinde, kendimizi tanıyabilecek miyiz? Tanıyabilirsek güzel insanız, tanıyamazsak, kendi kendimize ihanet eden bir hain. Hangi hain mutlu olabilmiştir ki?
Bir de sabırsızlandığım şey şu, sevdiğim bir insanla konuşurken, onu ağırlarken, "öte ayna"ya düşen ruhumun şeklini, sevdiğime gösterebilsem. Bir gün o da olacak. Hz. Peygamber (sav)'e, o aynadaki ruhumu göstermekten utanıyorum. Ya o ruh, O'na karşı bir leke almışsa, diye ödüm kopuyor!
Evimize, değer verdiğimiz bir misafir gelse ve çirkin bir şey görse, ne kadar üzülür, mahcup oluruz. Ya O, ruh evimizin çirkinliklerini görürse?
Mutluluğun resmi çizilmez mi? Nasıl çizilmez? Cennet, ruh fırçamızın, mutluluk anlarımızı, yani gerçek manada kulluğumuzu çizdiği ilâhi bir mekândır desek, yanılmış olur muyuz?
Fikirlerimiz sûretlere bürünüp bizi çağırdığında, düşüncelerimiz, somut şekiller halinde gök çengellerine asıldığında, yapıp ettiklerimiz fizikî ve ruhanî şeklimizi alarak kayıp yıldızdan, maveraî yıldızlar diyarına süzüldüğünde halimiz nice olur?
Ölümün iki eli vardır. Kimisine kapkara eli ile gelir, "öte ayna"sını karartır, kimisine de ak elleriyle zuhur eder, aynada onu nurlandırır. Bunu anlamak zor değildir, kalbimizin çok derinlerinde bir "öte ayna" vardır, onu görebilenler, kendilerini şimdiden test eder.
Bir yağmur damlasının yere düşüşündeki inceliği sezemeyen, bir çocuk yüzüne baktığı zaman merhamet pınarları çağlamayan, bir yetimin yere düşen bakışında bir âlem seyredemeyen, bir ceylanın zıplayışında yüreği zıplamayan, bir ağaçta, bir tohumda yaratılış sırrını çözemeyen ve bir sevgiliyi gördüğü zaman dili tutulmayan bir insandan bir şey beklemek boşunadır.
Ben, yıldızlara kaçmış çocukluğumu ararken, onun beni tanımamasından korkuyorum. Ya esas "BEN", yarın Rabbimi tanımazsa diye ödüm kopuyor! Rabbim, özümü pak eyle ve aynama düşür!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT