ÇOK MU ÜZÜLDÜNÜZ, VAH VAH!..
Türkiye’de olup biten şeyler, geçmişle kıyaslanmayacak derecede farklılık arz etmektedir. Tarihi 1919’da başlatıp ondan sonra hayatta olduğumuzu söyleyenlerin, bugün büyük bir sarsıntı geçirdiklerini görmekteyiz. Kabahatleri yok, her köklü değişim, büyük sarsıntılar sonucu ortaya çıkar ve bu sarsıntıdan da en çok etkilenen, kurulu düzene gönül vermişler olur.
Bugüne kadar iktidar değişimleri esnasında, makam ve mevkiler el değiştirirken ne kavgalar yaşandı memleketimizde. Çünkü makamı ele geçirenler, sanki bu makam hiç elden gitmeyecek gibi bir ruh halinin içine girdiler. Dünyanın fani olmadığını sandılar ve her türlü siyaset oyunlarını denediler. Denediler de ne oldu? Sonuçta hepsi yaşlandı ve yaşlılık onlardan “dünya nimetleri”ni alıp götürdü. Olanlar oldu, ölenler öldü.
1919’dan sonra aldığımız terbiye, insan fıtratına aykırı olduğundan, yöneticilerimizle halkımız arasında bir kopukluk yaşandı ve bu boşlukta Don Kişot gibi vuruşmalarımız hiç eksik olmadı. Su mecraında akmayınca çevrede ne yaparsa, onun gibi, insanlarımız birbirlerinin adeta düşmanı olup çıktılar; çünkü hayat “sahip olmak” üzere kurulmuştu. Paylaşımın olmadığı yerde de kavga eksik olmazdı.
İnsan temiz yaratılmıştır; fakat zaman içinde bu temizliğini bozar. Bu bozgunculuk haliyle bir yerde güç sahibi olursa, orasının da gidişatını bozar. İnsanımız yaşadığı dönemde iktidar sahiplerinin davranışlarıyla, zaten ona ayna tutulmadığından, ahlâki duruşu sarsıntıya uğradı; çünkü insan modellerle eğitilirdi, bu modeller olumsuz etki yaptılar. Utancınızı kaybettiğinizde artık kimliksizliğiniz ortaya çıkmıştır. Kimliklerinden haberleri olmayanların medeniyetten haberleri olabilir mi? “Sahip olmak” adına bütün kimliklerimizden uzaklaşır olduk; çünkü bencillik hayatın biricik değeri olup çıkmıştı.
Şimdi iktidar hiç tereddütsüz ve kavgasız el değiştirebiliyorsa, bu, geçmiş dönemden uzaklaştığımızın da bir kanıtıdır. Oysa iktidarı bırakan adına konuşanlar, onun kavga etmemesinden derin bir üzüntü duyanlar, aslında kendi içlerindeki ateşi söndürmeye uğraşsalar daha iyi iş yapmış olurlardı. Barışlarının içinde bile kavgasız duramayanların bu oluşumları anlamaları asla mümkün değildir. Hayata hep olumsuz yönden bakanların, olumlu tarafı görebilmeleri veya bu durumu beğenmeleri asla mümkün değildir; çünkü onların gıdası olumsuzluktur.
Medeniyetler fıtrat üzere yürür. Yaklaşık iki asırdır bu yürüyüşü tersine başlatanların bugün suyun yatağına doğru akmasına rıza göstermemeleri anlaşılır bir durumdur. Ne var ki, su yatağında akmazken çevreye zarar verdiği gibi, halkı sudan da mahrum etmişti; halkın bu derecede teveccüh göstermesi, suya kavuşması ve asırlık susuzluğunu gidermesi sonucudur. Şimdi olup bitenler suyun mecraını değiştirmesi değil, su testisinin el değiştirmesidir ve bundan da doğal bir şey olamaz.
Gelenekten yoksun, ortak ölçülerden uzak, saygı duydukları değerlerden koparılmış bir “zamane insanları” söz konusudur ve bunlar yabancı bir dünya içerisinde yollarını kaybetmişler, hayallerini yitirmişler, amaçlarından uzaklaşmışlar ve bir yığın olarak Anadolu’da diz çökmüşlerdi. Arkalarındaki köprüler yıkılmış, önlerinde ise bilinmeyen bir dünya vardı. Hepsi dünyaya yeniden başlayan, fakat geçmiş ve gelenek tecrübelerinden yoksun kalabalıklar hükmünde olduklarından, hayatın işleyişini anlamaları pek mümkün değildi. Bozulmuş, kaybolmuş merakları yerine, bulduklarını kutsallaştıran acelecilikleri onların ahlaki yapılarını da derinden sarsmıştı. Paylaşım, bölüşüm gibi insani değerlerden uzak kaldılar. Yaşadıkları zihinsel, ekonomik ve kültürel travmalar onları bir medeniyete sahip oldukları fikrinden uzaklaştırmış ve her şeye sahip olma duygusuyla bakar hale getirmişti. En büyük zararları hayallerini yok etmeleri ve realitenin çukuruna düşmeleri olmuştu. Bu nedenle başlarında patlayan her darbeye boyun eğmek zorunda kalmışlardı.
Şimdi durum değişti. Her şey aslına dönüyor. Her asıla dönüş ise biraz sıkıntılı olur ve zaman alır. Bahar gelince, tohumları tutabilmeniz mümkün müdür? Lider, onları avucunda saklayıp çürüten değil, onları toprakla buluşturup filizlendirendir. Anadolu coğrafyası artık kıpır kıpır yeşillikleri soluyor ve sabah rüzgârı goncaları gül haline getiriyor; kulağınıza gelen seslerin derununa dikkat ediniz, bülbül sesi onlar. Bir zamana kadar da baykuşların böğürtü şeklindeki feryatlarına da sabredin; çünkü onlar gidicidir.
Kardeşlik hukuku, sahip olurken ortaya çıkmaz, terk ederken veya paylaşırken ortaya çıkar. Bu hukuka riayet edenler çoğaldıkça Türkiye’nin sırtı yere gelmeyecektir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT