DEĞER ÖLÇÜSÜ
“Değer” kelimesinin anlamı ve kapsamı üzerine düşünmek lazım. Hem bireyin dünyasında “değer”in anlamı ve etkinliği, hem de toplumsal hayatta “değer”in gücü göz ardı edilemez; çünkü birey ve toplum kendi değerleri üzerinde hareket eder.
TDK (Türk Dil Kurumu)’ye göre “değer” ne anlama gelmektedir?
“Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, kıymet.”
“Bir şeyin para ile ölçülebilen karşılığı, bedel, kıymet, paha.”
“Üstün nitelik, meziyet, kıymet.”
“Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan maddi ve manevi öğelerin bütünü.”
Bir insanın “değer” kazanabilmesi ve değerli bir insan olabilmesi için öncelikle kendini tanıması gerekmektedir. Merhametli, cömert, kendisi kadar başkalarını da düşünen, yardım sever… gibi insanlık hasletleriyle donanmış bir insan değerlidir. Sadist, bencil, hep kendini düşünen, karşısındakini küçük gören, kibirli.. insanlar da değersiz varlıklardır.
Değerli insanlar toplumun çoğunluğunu veya yönetim kadrosunu oluşturuyorsa, o toplum değerli bir toplumdur. Toplum, değersiz insanlardan ve değersiz sistemlerden meydana geliyorsa, değersiz bir toplum olarak karşımıza çıkar.
TDK’nin tanımına bir daha bakalım: “Bir ulusun sahip olduğu sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel değerlerini kapsayan maddi ve manevi öğelerin bütünü.”
Biz çocuklarımıza daha ilkokul sıralarında, “Uzunluk ölçüsü birimi metredir. Zaman ölçüsü birimi saniyedir…” kurallarını öğrettikten sonra, “Değer ölçüsü birimi de paradır.” diye de bunlara ekleme yapıyor, öğretiyoruz. Maddi olarak öğreteceğiz de paranın bireysel ve sosyal hayatımızdaki olumlu ve olumsuz etkilerini bir bir anlatamamışsak, bireysel ve toplumsal değer yargılarımızı sele vermiş oluruz.
“Bilimsel” olarak paranın değer ölçüsü olduğunu öğrenip parayı, hayatının en baş değeri olarak kutsarsa, insanı ve toplumu ayakta tutan diğer varoluşsal değerleri küçümseyebilir, hatta kabul etmeyebilir, onlara düşman olabilir.
Bugün İslâm’ın değerlerinin küçümsenmesi, hor görülmesi, hatta alaya alınması bir neticedir. Değer yargıları pencereden aşağı atılamıyor, onlar merdivenden aşağı yavaş yavaş indiriliyor. Yüz yıldan uzun bir zamandır sürekli olarak İslâm değerleriyle adeta savaşıldı. Laik ve seküler değerler oluşturulmaya çalışıldı. “Değer” kavramının manevi bir boyutu vardır; bu da ona değer verenleri vicdanen sorumlu tutar. Laikliğin ve sekülerliğin ölüm sonrası bir dünya görüşleri var mıdır ki, sorumluluk anlayışları kök salsın ve yerleşsin? Bugün geldiğimiz durak işte burasıdır: “Başkasından bana ne? Keyfimce yaşar, keyfimce gün ederim!”
Bir toplumun değer yargıları eğitimle değiştirilir veya düzeltilebilir. Bugünkü eğitim sistemi laik temele oturduğundan, iktidar mensupları ne kadar bunun dışında çırpınırlarsa çırpınsınlar, bu temel laik sistemi değiştirip insan fıtratını Yaratan Allah’ın koyduğu sistemi hayata hâkim kılmakta çok zorlanırlar. Bunun için bu değerlerle yetişmiş öğretmenleri yoktur. Hayata hâkim olan “değer yargıları” buna tamamen zıt görüntüdedir. Derin devlet pusuda beklemektedir. Zamanında bu sistemi kuran evrensel hegemonya acımasızdır…
Bugün Müslümanlar değerlerini yitirdiklerinden kararsız bir şekilde dolanıp durmaktadırlar. İslam dışı değerleri kabullenmeye zorlandıklarından, kişiliklerini de kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar. Bu nedenle yeryüzü Müslümanlarının birinci derecede görev ve sorumlulukları, imanlarını gözden geçirerek sahih bir imana sahip olmak için var güçleriyle çalışmalıdırlar. Çünkü bir Müslüman için birinci derecede DEĞER, onun imanıdır.
Elbette “Kaderin üstünde bir kader vardır.” Kimse rahatını bozmak istemez. Bazen ve çoğu zaman, “felaket” diye görünen şeyler rahmetin, felahın bir habercisi olup çıkar. Sonuçta insan, ne yaparsa yapsın, ne derse desin, Allah’a ve dünyada yaşarken O’nun inzal ettiği sisteme muhtaçtır.
Türkiye acaba bir ortak değere sahip midir? Belki de en büyük sorun budur.
Bir şeyin “değer” olabilmesi için Allah’ın ona değer vermesi lazımdır. Müslümanın inancı bu doğrultudadır. Allah’ı –haşa- hayata karıştırmayan hiçbir sistem, düzen, oluşum, inanç müslümanı bağlamaz ve Müslüman onu kabullenemez. Bu, onun imanının gereğidir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT