DOST KAZANMA TUZAĞI YA DA LÜKS CEHENNEM
Olay bana anlatılınca çok duygulandım; gelecek adına ümitlerimin üzerine yeni ümitler eklendi. Aslında olması gereken bir şeydi, ama kıtlık dönemlerinde çeyrek ekmeğin kolay kolay pahası biçilemezdi.
Olay şu:
Gece vakti, mahallenin bir sokağından arabasıyla geçerken genç adam, park etmiş bir araca toslar ve ona maddi zarar verir. Genç durur, arabasından inerek, zarar verdiği aracın ön camına kartvizitini, telefon numarasını bırakır. Üzülse de insanlık görevini yapmış olmanın vermiş olduğu mutlulukla evinin yolunu tutar ve tatmin olmuş bir ruhla uyur.
Ertesi sabah gencin telefonu çalar. Arayan, çarptığı aracın sahibidir ve gençle hemen buluşmak istediğini söyler. Genç, bunu memnuniyetle karşılar ve mahalleye, aracın olduğu yere gelir. İki insan tokalaşırlar, tanışırlar. Çarpılan aracın sahibi, çarpanın genç olduğunu görünce duyguları coşar ve gencin yüzüne hayranlıkla bakar. Genç, gereken ne ise onun yapılmasını söyler. Adam:
“Delikanlı” der, “Ben bugün farklı duygular içindeyim. Nice zamandır insanlardan, dostluklardan artık ümidimi kesmiş, karamsar bir dünyanın içine girmişken, şimdi sen, Hızır gibi dünyama doğdun! Sana minnettarım. Bırak sen şu maddi işleri de, Allah’ıma şükretme makamındayım ki, aracımı, sanki bir “Dost kazanma tuzağı” olarak kurdu ve seni benim karşıma çıkardı! Seninle dost olmak istiyorum.” Biri genç, diğeri epeyce yaşlı iki insan dost olurlar. Kısa zaman sonra adam, güzel kızını o gence verir ve hayatlarını bütünleştirirler.
Bu olayı duyunca, başka bir olay hemen ardından sökün etti.
Zengin adam, fakir semtin mahallelerini dolaşırken bir bakkala uğrar. Bakkal efendiye, gerçekten fakir, borcunu ödemekte zorlanan müşterilerinin olup olmadığını sorar. Bakkal, böyle müşterilerinin varlığından söz eder. Bunlardan birinin dul bir kadın ve üç yetim çocuğunun olduğunu, düşkün durumlarını gelen kişiye anlatır. Zengin adam, bakkal defterindeki o dul kadının bütün borçlarını siler ve bakkala da epeyce yüklü bir para bırakarak o kadına vermesini söyler. Bakkal bu durumdan pek bir şey anlamasa da söyleneni uygular. Kadın bakkala gelip de durumu bakkaldan öğrendikten sonra, gözyaşları içerisinde evine dönerken, içindeki hüznün doğurduğu cennetimsi duygunun etkisi altında Allah’a bütün gönlünü açarak, o zengin adama çok derin dualar eder.
Geçenlerde Üsküdar’da “sadaka taşları”na rastladım. Osmanlı zamanında, sokağa kurulan ve üzeri çukurumsu olan bu taşa, gece zenginler gelerek içine para koyarlar, sonra da yine gece, fakirler gelerek ihtiyaçları kadar bu taşlardan paralarını alırlar ve kimse de rencide olmazdı. O dönem bunlar sıradan şeylermiş; çünkü hayat, sadece dünya ile sınırlı değil, ahiret denilen ebedi bir mekâna açılan penceresiyle insanların içinde yaşardı. Ahireti kaybedenler dünyayı yutsalar da doymuyorlar!
Dahası, Avrupalı gezginlerin Osmanlı coğrafyasında görüp anlattıklarına bakılırsa, bugünkü insanların anlayamayacağı kadar yaşanmış olaylarla karşılaşmak mümkün. Bunlardan biri de şu: Borcunu ödeyememekten hapse düşenlerin, hiç tanımadıkları birileri tarafından borçlarının ödendiği ve hapisten kurtulduklarından söz edilir.
Birkaç gün önce Ümraniye’deydim. Burada bir imam hatip okulu yapılıyor. Bana anlatıldığına göre, gece, bir hırsızlık şebekesi inşaat alanına geliyor ve dışarıda bulunan inşaat malzemelerini araçlarına yükleyerek götürüyorlar. Bütün bunları artık kanıksadık, olağan şeyler olmuş. Ama ben yıllar önce yine bir imam hatip okulunun yapımına şahit olmuştum. Halktan toplanan paralarla zar zor yürüyen inşaat, bir gece vakti, kimliği belirsiz kişi veya kişiler tarafından bırakılan bir tır dolusu inşaat malzemesiyle bu inşaat rahatlıkla bitirilmişti. Bütün bunlar yaşanmış, hayattan sahneler. Bu sahnelerin oyuncuları da her zaman aramızdalar.
Genelleme yapmak istemem, her zamanda Musa da var, Firavun da. Fakat güzelliklerin çoğaldığı zamanlar dünyada adeta cennet hayatı yaşanır. İnsanların sevildiği, dostlukların paylaşıldığı ve dostunun yüzüne hasret duyulduğu zamanlar, bütün zamanların sanki kaymak kısmıymış gibi geliyor insana. Paylaşımın karşılıksız olduğu toplumlar, cennetten birer şube gibi işlev görürler.
Demek istediğim şu ki, önce insan yetiştirmek zorunluluğumuz vardır, sağlam site ve sistemimizi kurmak için. Yumurta küfesini huysuz atın sırtına yüklerseniz, yumurtaları da heba edersiniz. Bugün Müslümanların meydanlardan, hatta okullardan çok, hayatın şifrelerini çözmüş ailelere ihtiyacı vardır. Her ev birer mektep olmadıkça, Bekri Mustafalar daha çok Sultanahmet’e imam olur ve fıtratla hayatın çatışmasından doğan dünya cehennemini ta içimizde duyarız. Eğitim (terbiye) fıtratla hayatı bütünleştirmenin adı olsa gerek. Gerisi mi, tam bir cehennem, bütün lüksüyle!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT