Dostuna gitti Zaim
Bir Evlad-ı Fatihan daha göçtü dünyamızdan. Balkanların yağız delikanlısı artık aramızda yok. Onu fert olarak kabul etmek ne kadar yanlış olur, ümmet gibi adam, kelimenin tam anlamıyla Adam gibi adam Hakka yürüdü!
Sabahattin Zaim Hocadan söz ediyorum. Ben iktisatçı değilim, onun okuldan öğrencisi olamadım; ama o hep hocamız oldu bizim.
12 Eylül 1980 öncesinin garip günleri. Taşrada öğrencilik yaptığımız yıllar. Ne elimizden tutan var, ne de örnek alabilecek olduğumuz çok fazla insan. Necip Fazıl ve kitapları bize epeyce ışık oluyor, ama başka dallara da ihtiyacımız var. Her şeyi ve herkesi uzaktan izliyoruz. Ne var ki çok okuyoruz; çünkü başka da yapacak işimiz yok. Okuyacak pek bir şey de bulamıyoruz.
Özellikle ekonomi konusunda çok zayıfız. İslamın ekonomik durumu hakkında yazılmış kitap yok ülkemizde. Daha sonra tercümeler sökün ediyor, Pakistanlı M. Mannanın İslam Ekonomi Doktrini ve M. Bakır Es- Sadrın İslam Ekonomisi elimize geçiyor, ama bunlardan pek bir şey anlamıyoruz.
Bir de bakıyoruz ki, MTTB, Sabahattin Hocanın yazmış olduğu (veya konferansı ) İslam ve İktisat adlı risalesini piyasaya sürüyor. Ne kadar seviniyoruz, ne kadar! Demek ki bizim de iktisattan anlayan bir bilim adamımız var.
Şubat ayında, Erenköydeki evine ziyaretine gittik. O yaşına rağmen bize nasıl davrandığını anlatamam. Bir çocuk gibi heyecanla sohbet ettik. Ben ona, yukarıda anlattığım iktisat konusunu sordum. Evet dedi, O zamanlar hakikaten bu konuda çok az şey vardı. Küçük bir risaleydi, fakat çok ses getirdi.
Hocam, o risale küçüktü, ama gönülden yazıldığı için alemleri tuttu! dedim, gülümsedi. Öylesine bir gülümseyişi vardı ki, adeta cennet reyhanları akıyordu yanaklarından. Bir insan bu kadar mütevazi olabilir miydi? Bu tevazuu, onu o kadar yüceltiyordu ki, şemsiyesini elinden alıyordu. Mübarek, bulutların üzerinde, güneşle hep yüz yüzeydi.
Başka bir mekanda yine karşı karşıyaydık. Herkes, onun bir şeyler söylemesini bekliyordu. Epey uzunca konuştuktan sonra, ben bazı şeyler sordum ona, geçmiş dönemle ilgili. İçini çekti, gözleri daldı ve fakat gelecekten çok ümitli olduğunu söyledi. Bu babta geçmişten bir örnek verdi :
1950li yıllarda İlim Yayma Cemiyetini kurduk. İmam hatipleri gündeme getirdik. Bir ramazan akşamı elli kişilik iftar vereceğiz, ama elli kişiye yedirebilecek olduğumuz yemek bulmakta zorlandık. Varlıklı insanlarımız yoktu o zamanlar. Şimdi neler oluyor, neler. demişti ve eklemişti : Ne var ki o zaman yiyecek yemek yoktu ama gönüller vardı, şimdi yemek çok, lakin gönüller biraz boş.
Bir insan çıkıyor, üniversitede kürsü sahibi oluyor ve birçok talebe yetiştiriyor. Her talebesi, çocuğundan daha yakın. Neden? Abdestsiz sınıfa girmeyen öğretmen. Öğrencisinin her şeyi ile ilgileniyor.
Pazar günü, onun en yakın öğrencisinin evine taziyelerimizi sunmak için gittik. Prof. Dr. Sedat Murat Beyden söz ediyorum. Ona, evladı kadar yakın bir isim. Hocanın makalelerini kitaplaştırdı. Şimdi de, merak ettiğiniz şeyi haber vereyim, Hocanın anlattığı hatıraları çözümleyerek, kitaplaşma safhasına getirmiş. Yakında basılacakmış. Bundan daha büyük hizmet olabilir mi? Sedat Hocaya ne kadar teşekkür etsek az.
Sedat Bey anlatıyor: Geçenlerde evime getirdim. Evimi görünce kiradan kurtulduğuma bir baba gibi çok sevindi. Yani o, babadan da öte bir varlıktı. Ne var ki bu bayram elini öpmek şerefinden mahrum kaldık!
Kızı Mehfeş Hanıma : Evladım, bu bayram artık görüşemeyeceğiz. demişti. Hanımı ölünce Allaha yalvarmış : Allahım, ne olur, beş yıl canımı alma. demiş. Tam beş yılı doldurunca, kızına bunları söylemiş ve Rahmet- i Rahmana kavuşmuş.
Sabahattin Hoca hakkında elbette çok şeyler söylenecek, yazılacaktır. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, İçişleri Bakanımız Sayın Beşir Atalay, Prof.Dr. Numan Kurtulmuş gibi öğrencileri olan bir insanın ardından çok şeyler söylenmez mi?
Kelimenin tam anlamıyla bilim adamıydı. Onun da ötesinde gönül adamıydı. Yüzünde Medine gülleri açan ve kokusunu etrafına saçan bir insandı. Ona baktıkça mavera yolculuğuna çıkmamak elde değildi. Peygamber varisiydi. Zaten Peygamberimizi çok sevdiği, Onu andığı zaman yüz şeklinden belli oluyordu; sararıyor ve ardından susuyordu. Aşığın rengi sarı olur. diyor, Hz. Mevlana. Âşık olduğunu anlardınız, rengine baktıkça.
Pazartesi günü ( 10 Aralık 2007 ), Fatih Camii mahşeri kalabalığa sahne oldu. Bir âlim ve bir âlem son yolculuğuna sevenleri tarafından uğurlandı. Böyle güzel ölüm herkese nasip olmazdı. İnsanca yaşadı ve insanca öldü.
Hoca idi velâkin insan idi daim,
Gelip maveradan, Dostuna gitti Zaim.
YAZIYA YORUM KAT