1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. EĞİTİMDE ÇOK MESAFE ALINDI AMA!..
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

EĞİTİMDE ÇOK MESAFE ALINDI AMA!..

A+A-

 

            Yahya Kemal çocukluk hatıralarından birini şöyle dile getirir:

            “ Annem bana, “Oğlum, dünyada iki insanı sev… Peygamber Efendimizi ve Sultan Murat (Hüdavendigâr) efendimizi sev.” derdi. ( Sultan Murat Hüdavendigâr Balkan fatihidir, Yahya Kemal de Üsküp doğumludur.) (Bir Dağdan Bir Dağa, N. Sami Banarlı, s, 12 )

            Annesinin, Yahya Kemal’in çocukluğunu yoğuran bu sözünün tesiri, Yahya Kemal, Jöntürk olarak Batı’ya (Paris’e) gittiğinde onu orada bırakmaz, evine döndürür. Bu nedenledir ki Y. Kemal’e “ Eve dönem adam.” denilmiştir.

            İnsanın çocukluk hayatı, onun gelecek tüm hayatının da adeta bir tohumudur. Çocuklukta atılan bir tohum, gelecek zamanlarda bir yerde filiz verir; bu filizin daha ileride ağaca dönüşüp acı veya tatlı meyve vermesi, yine bu tohumun oluşumuyla ilgilidir.

            Dedemi hiç göremediğimden, ilkokulu bitirene kadar rahmetli babaannemle aynı yatağı paylaştım. Yatağa girmeden üstümü başımı çıkarır ve elbiselerimi bir köşeye atardım. Babaannem; “Evladım, bu elbiseler senin korunakların, onları sağa sola atma öyle; güzel bir şekilde katla ve bir yere koy veya asılacak yer varsa as. Hemi de elbiseni çıkardığında onu bir öp ve ondan sonra bir yere yerleştir.” derdi.

            Ben, babaannemi çok sevdiğim için onu dediklerini aynen aldım, sevgilimin sevdiği şeyler, benim de sevdiklerim olmuştu.

            Babaannem yatsı namazını, beni yatağa soktuktan sonra kılardı. Huşû içinde, zaman zaman da gözyaşlarıyla kıldığı namazlar içime otururdu. Niçin ağladığını sorduğumda hep geçiştirici cevaplar alır ve bunun sırrını bir türlü çözemezdim. Bu da beni namaza bağlayan rabıta olurdu.

            Perşembeyi cumaya bağlayan akşam gelince, evimiz adeta Kur’an evine dönüşürdü: Hafız babam bir tarafta, babaannem, annem, halam ve çocuklar, hepimizin elinde Kur’an-ı Kerim Yasinler okunurdu. Sonra tüm aile iç içe girer, eller havaya kalkar ve dua edilirdi. Rahmetli halamın “Yusuf kıssası”nı her anlatışında ağlaması ve tüm çocukların da buna eşlik etmelerini hayatım boyunca hiç unutamadım.

            Yasinler okundu, dualar edildi; fakat babam sonunda mutlaka evin kapısını bir aralar ve dışarıya bakmadan edemezdi. Bu durumda babaannem hemen söze girer: “ Halil, yine jandarma korkusu mu?” derdi.

            Babam: “ Anacığım, sen benden iyi bilirsin yaşadıklarımızı; hafızlığı nasıl yaptığımı, hangi ağacın tepesinde tünediğimi, hangi mezarlığın dikenleri içinde Kur’an okuduğumu ve jandarma dipçiği altında “anaa!” diye nasıl bağırdığımı!..” der ve gözleri dolarak odasına girerdi.

            Çocuk, eğitimini ailesinden alır. Biz de bu ve buna benzer durum ve duyguları ailemizle paylaşarak büyüdük. Nasıl sevseydik ailemizi ağlatanları? Gittiğimiz okulların hepsi ailemize karşı idiler; öğretmenim ders anlatırken, babam adeta hayalimde ağlıyordu, anneannem hıçkırıklarını sinesine gömüyordu. Öğretmenlerimle ailemin çatıştığı yerde, benim ailemden yana tavır koymaktan daha doğal ne olabilirdi?

            Eğitimin sağlam temeli, aile ile okulun çatışmasını önleyerek atılır. Böyle yapılırsa çocukta bir kişilik gelişir. Eğitim de aslında çocukta kişilik ve dolayısıyla fıtratını geliştirme çabasıdır. Bunu başardığınızda çocuklarınız iç çatışmadan kurtulurlar ve sağlam karakterli olurlar.

            Eğitimde Türkiye’de yapılması gereken şey, iki kişilikli (bir yerde riyakâr) olarak yetişen çocuklarımızı, doğrularımızla tanıştırarak, sonradan öğrenecekleri “yalan”lardan onları uzak tutmaktır. Doğru, acıtsa da doğrudur ve zaman içinde kendini tolere etme gücüne sahiptir. Madde ve mana ayaklarıyla okula gelen yavrularımız, üniversiteyi bitirdiklerinde mana ayaklarından mahrum bir şekilde çok kötü tökezlemektedirler. Biliyor musunuz, kimse neredeyse okuduklarına inanmıyor! Sınıfa giren A öğretmeni başka telden vuruyor, B öğretmeni daha başka telden. Akort yok ve gürültü kulakları ve ruhu tırmalıyor.

            Dünden bugüne mesafe alınmadı mı? Çok mesafe alındı, fiziki ihtiyaçlar en iyi şekilde giderildi, gideriliyor, ancak kimya eksik!

            Öğretmenlerin durumu mu? Bu başlı başına Türkiye’nin en büyük sorunu. “Balık baştan kokar.”mış!

NOT: Aldığımız bazı duyumlara göre, bazı okul müdürleri, ders ücretli öğretmenlere nöbet yazmakta imişler. Bu problemli bir saha, ileride problem üretebilir, dikkat edilsin!

D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız