EHH… HAYAT DA BÖYLECE SÜRÜP GİDİYOR İŞTE!..
İnsanları hem kendi zamanlarına hem de geleceğe hazırlamak için hayallere ihtiyaç vardır. Toplumlar genelde somut hayaller peşinden koştuğundan, masallar dünyasındaki olağanüstülükler onların daha çok dikkatini çeker. Bu dünyadaki kazanım ve kaybedişler gündemi tutar, öne çıkar.
Her dönem başarısını tescillemek için birtakım masallara ihtiyaç duyar ve o dönemin anlayış, algı ve dilini kullanarak masallar dünyasına sokar. Bu masallar, toplumun her yönüyle ilgilidir: Ekonomi, siyaset, sanat, kültür, edebiyat, eğitim, cinsellik… hayatın tümünü kapsar. Çünkü hayallerini kanatlandıramadığınız insanlar sizden yana değildir, onlar potansiyel karşıtlarınızdır.
Din mi? Gerçek din, hayalleri değil, hakikati kanatlandırır. Masallarla arasındaki en büyük ve en önemli fark budur. Oysa çoğunlukla insanlar hakikatin peşinden değil, masalların peşinden koşar.
Peygamberlerin gelmediği veya izlerinin kaybolduğu toplumlarda hakikat, perdenin arkasına geçer ve masallaşır. Bu durumda kâhinler, müneccimler, falcılar; filozoflar, sanatçılar, edebiyatçılar, siyasetçiler, hatta bazı din adamları, bazı bilim insanları bu boşluğu doldururlar. Çünkü insanın yapısında geleceğe ve olağanüstülüğe karşı bir meyil vardır. Bu boşluğu bu insanlar doldurur.
Bu nedenle, peygamberlerin ayak basmadığı veya izlerinin silindiği Batı toplumlarında, yukarıda saydığımız gruptaki insanlar olağanüstü insanlardır ve onlar öldükten sonra da efsaneleşirler.
Daha önce peygamberi bir soluğu solumuş, fakat sonradan bu izi kaybetmiş toplumlarda iç çatışma ve bunun doğurduğu boşluklar kaçınılmaz olur. Çünkü geçmişin getirdiği hakikatle, yaşanan masal arasında büyük bir çelişki vardır. Ortada bir boşluk oluşur. Oysa varlık boşluğu kabul etmez. Peygamberi soluğu soluyacak insanlar kaybolunca, masalımsı nefesler boşluğu doldurmaya başlar. İnsanlar hakikatle masal arasında tercih etmek zorunda kalırlar. Toplum hakikati kaldıracak güçte olmayınca, masal dünyasının albenisine kapılmak zorunda kalır.
Bu masal dünyasının her şeye hâkim olmak için ilk yapması gereken şey, eğitime el atmak olur; çünkü önce insanın beyni, ruhu, algısı değiştirilmeli, masal dünyasına adapte edilmelidir. Bu yapılmadan, hakikatle olan ilişki kesilmez. Sanat, edebiyat, ekonomi, kültür, siyaset bu çelişki üzerine kurulur ve masalların galibiyeti ilan edilir. İnsanlarda algı oluşturduktan sonra seçime gidilir ve seçim büyük çoğunlukla kazanılır ve bunun adına “demokrasi” veya “…izm” denilir.
Ne var ki, bu masalları oluşturanların iç dünyalarında korkular hiç eksik olmaz: “Ya hakikat geri dönerse!” Dönmemesi için de en ağır yasalar hayata geçirilir.
Hakikati terennüm eden peygamber yerine, masal devi ortaya çıkar. Hayat, hiçbir yönüyle peygamberin getirdiği hakikati temsil etmez. Zaten insanlar masal devinin mağarasına hapsolmuştur. Hakikatten söz edenler de oradadır, diğerleri zaten oranın kalabalığıdır. Yalnız aralarındaki fark şu kadardır: Hakikatten söz edip, devin mağarasında soluyanlar, zaman zaman halka şunu derler: “ Ey insanlar! Hakikat burada değil, dışarıda; güneşin altında!” Onlar bunu dedikçe de sesleri kısılmaya çalışılır; “bilimsel” çabalar devreye girer, “bilim insanları” ayağa kalkar ve halk sindirilmeye çalışılır. “Din adamları”na ihtiyaç duyulursa onu da göz ardı etmezler.
Eh, hayat da böylece sürüp gider işte!..
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT