“ELBİSE GİYDİRİLMİŞ KERESTELER…”
Peygamber (AS) bir gün :
“Şu kapıdan ilk girecek olan cennet ehlindendir.” buyurdu. Biraz sonra Abdullah b. Selam içeri girdi. Ashab-ı Kiram, Resul-i Ekrem’in bu müjdeli haberini kendisine ulaştırdı ve hangi ameli ile bu mertebeye erdiğini ondan sordular. Abdullah : “ Ben zayıf bir kimseyim. Benim en kuvvetli umudum, kalp selameti, yani kimseye karşı içimde kötülük beslememek ve boş sözleri terk etmiş olmamdır, başka bir fiilim yoktur.” diye cevap verdi.”
Çağımızın ve belki de bütün çağların en önemli ve en onulmaz hastalığı boş sözlerle hayatı geçirmektir. Böyle olmasına rağmen, insanların bunu önemsemesini bir kenara bıraktık, dünyayı boş sözler imparatorluğuna çevirmek adeta “sanat” haline gelmiş bulunmaktadır.
Nedir boş söz? O kadar çoktur ki adeta hayatın tümünü kuşatmış bulunuyor. Öte dünyada senin eksi hanene yazılacak olan her söz, boş sözdür. Örneğin, Kur’an okumak ibadetlerin büyüklerindendir; ama onu dünyevi çıkar için alet ederek okumak, boş sözler hükmüne girer. Mademki bu yaptığın Allah rızası için değildir, boş sözdür. Öte yandan bir insan, nefsini terbiye etmek adına ve Allah’ın rızasına ulaşmak için helaliyle cilveleşmesi, konuşması; şaka şenlik içinde olması boş söz değil, bir hakikatin dünyada yaşanmasıdır. Yani önemli olan, sözlerimizin yönünün cennete veya cehenneme çevrili olup olmamasıdır.
Ne kadar boş söz konuşuyoruz? Hayatımız magazinleşti adeta. Zaten magazin, dünyaya egemen olmuş. Televizyonlardaki birkaç kişinin marjinal hayatı tüm hayatımızı adeta yönlendirir olmuş. Onlar nefsimize hitap ettikleri için hızlı yol alıyorlar; çünkü nefse hitabeden her şey bozguncu karakter taşıdığından hız alır. Bir Süleymaniye’yi yapmak için tarihte bir tane Mimar Sinan çıkar, yıllarca emek verir; ama onu yıkmak için sokaktan iki hamal yeterlidir. Nefs sokağa seslenir, ruh ise kalbe. Sokaklar şeytan ve askerleri tarafından işgal edilmiştir, kalp de içine Rabbini alamamış ve hasta ise, ağızdan dökülen her söz, bir mermi gibi, her gün nice canların ölümüne sebep olur. İşte boş söz, elinde silah, sağa sola ateş etmeye benzer, insanları manen öldürür.
Yoksa biz, katilleri TV ekranlarından, internet ortamlarından seyrederken alkışlayanlardan mıyız?
Şu anlatılanlara bir bakalım, Allah aşkına: Gittiği tatilde beş yıldızlı otelde, kendini nasıl ilahlaştırdığını, arkasına kimleri taktığını, zinanın en aşağılık olanını nasıl yaptığını, ağzı köpürerek anlatıyor! Her sözü bir mermi, senin ruhunu öldürmek için yola çıkmış, sen de kalbini açmış, onu dinliyorsun. Anlatan kadar sen de sorumlu değil misin bu cinayetten? Tilkinin bütün hikâyeleri tavuk üzerine olurmuş. Bu tür insanların da bütün söyledikleri nefisleri üzerinedir. Onların nefisleri kurban istiyor, sen de gönüllü kurban olmak için can atıyorsun! Bu anlayışın devam ettiği sürece, o ilahlar da kendilerini hep yukarılarda göreceklerdir.
Boş sözlerin bir dinleyicisi isek, bu, içimizin de boşluğuna çok önemli bir işarettir. Neyi dinlediğini ve neleri okuduğunu söyle, nasıl biri olduğunu söyleyeyim. Zaten insan dilinin altında saklıdır, konuştukları ve hatta dinledikleri (seyrettikleri) ve okudukları onu ele verir. Bazen bir topluma girersiniz, fiziği gayet düzgün birinden hiç ummadığınız çok adice sözler işitirsiniz. Demek ki önemli olan fizik değil, kimyadır, içtir.
Boş sözlerle ömrünü geçiren insanların zihinsel dünyası işgale uğramıştır. Onlar yeryüzünün en tutsak insanlarıdır; ne var ki kendilerini en özgür hissederler. Sel sularına teslim etmişlerdir beyin ve kalplerini, hissedemez ve akledemezler. Çok akmalarını bereket sanırlar, hâlbuki sel suları öldürücüdür.
Boş sözlerle ömür tüketmeyenlerin iç dünyalarından ise pınarlar akar. Onlar herkese hayat sunarlar. Az akarlar, ama öz akarlar. Öldürücü değil, dirilticidirler. Ne yazık ki tarih boyunca insanlar hep kalabalıkların peşinden koşmuşlardır. Firavunların askerleri çok olmuştur, fakat Nil’de boğulmaktan kurtulamamışlardır. Musa ise kendine inanan birkaç kişi ile sahile çıkmıştır.
Bugün de kalabalıklardan yana olanları aynı akıbet beklemektedir. Örneğin, bir dizi, izlenme rekorları kırıyorsa, dikkat et, o, boş sözler tanrısının fedailerindendir. Falan ve filan TV’lerde çok konuşuluyorsa, onlardan uzaklaş, kalp öldürücüdürler. Veya filan yerde bir şeyler satılıyor ve herkes oraya hücum ediyorsa, oraya da gitme, sonra hayatın kararır.
“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da Hak’tan döndürülüyorlar.” (Münafikûn, 4)
Hayatımızdan Allah’ın Kitab’ını ve Resulünün sünnetini çıkardığımız günden beri, batılı pislikler içimize sindiler. Hani bizler, “İyiliği emredecek ve kötülüklerden sakındıracaktık?” İyilik ve kötülük kavramlarımız değiştiğinden, neyin iyi, neyin kötü olduğunu da bilmekte zorlanıyoruz.
Şişenin içinde sirke varsa, şişenin dışına sızan da sirkedir elbet. Ağzından yol vurucu, can yakıcı, hakikat zedeleyici söz çıkan insanların iç dünyalarında cehennem kaynamaktadır. Asıl onları acımak gerekir ki, bu cehennemle hayatlarını nasıl sürdürmektedirler? Bu tip insanlar bir yere baş oldukları zaman kıyameti beklemek lazım! Bugün bütün yerler bu tip insanlar tarafından işgal edilmiş mi dünyamızda, diyorsunuz?
Hayatını “gırgır- şamata” ile geçiren bir gençlikle karşı karşıyayız. Özellikle TV’lerin, “akıllı telefon”ların da etkisiyle, adeta söz uyuşturucusuna tutulmuş bu gençliğe el uzatmak durumundayız. Bunlar bizim çocuklarımız; evimizdeler, sokağımızda, apartmanımızdalar. Zaman zaman konuşmalarına tanık oluyor ve üzülüyoruz. Seviyesiz, müstehcen, içi boş laflar, küfürler ve bir cümle olamayan bozuk Türkçeler… Güya birbirlerini güldürmeye ve bu arada kendilerine bir grup arasında yer edinmeye çalışıyorlar. Peygamber (AS) şöyle buyuruyor: “ Muhakkak ki, arkadaşlarını güldürmek için öyle sözler konuşur ki, bu sözleri ile Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafeye düşer.”
Başkalarını güldüreceğim derken, kendi kişiliğini kaybetmektedir. Bu bir alçalıştır, ruh heyelanıdır, kimlik erozyonudur.
Elbette yerine göre mizah olabilir; ama bunun çok zarifane bir şekilde yapılması gerekmektedir. Mizahın derinliği, sanat yönü ve edebe uygun olması istenir. Mizah, düşüncenin anüsüdür; yerinde ve zamanında kullanılırsa bir anlam ifade eder. Gerisi, beyni ve gönlü öldüren boş laftır.
Bir de toplumumuzda her söze, fikre muhalefet etmek adeta moda haline gelmiş bulunmaktadır. Bu durumu o kadar aşırıya götürenler var ki, halk arasında bunlara “ milli muhalefet” denilmektedir. Bu tipler özgüven taşımadıklarından her şeye şüphe ile bakarlar. Derinlemesine bilgileri olmadığından, yüzeyselliğin hırçınlığını yaşamaktadırlar. Marazi tiplerdir bunlar. Onların iç dünyalarına hiç güneş doğmaz, bunun için hep karanlığı yaşarlar ve bunu da hayatın gerçeği sanırlar.
Kusurunuzu herkesin huzurunda yüzünüze vuracak birinin yanına gitmek ister misiniz? Asla! Ama öyle insanlar vardır ki, bir hata bulsalar da yüzünüze vursalar! Bunu da “ gerçekçilik” adına yaparlar. Bilmezler ki, bu davranışlarıyla insan denilen gerçeği yaralıyorlar. Bu tip insanlar sevilmezler ve toplum onlardan çekinir. Onlar da kendilerinin “ demokratik hak merkezi” olduklarını sanırlar! Aslında onların yaptığı, sevgisizliğin feryadıdır. Bunlar, sevgiyle doymamış tiplerdir.
Tebessümünü kuşanan, konuşması ve duruşuyla size güven veren, zararınızı zarar bilen insan, güzel insandır.
Bir yerde oturduğunuz arkadaşlar arasından kalktığınız zaman, arkamdan acaba benim için ne konuşuldu, diye şüphede iseniz, o meclis şeytan meclisidir, onda hayır yoktur.
Dünya, bir boş sözler imparatorluğu yaşamaktadır. Buranın kralları da en büyük şarlatanlardır. Bunlardan kurtulmak istiyorsak, Hakk’ın sözü olan Kur’an’ı sözümüz ve özümüz bellemeliyiz; Efendimizin hayatını da hayatımız.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT