ERBAKAN HOCA’YI RAHMETLE ANARKEN BİR HATIRA
Yıl 1973. Mayıs veya haziran ayı. Ben Öğretmen Okulu üçüncü sınıf öğrencisiyim. Dönemin havasını yansıtması açısından bir örnek vereyim; okuduğumuz okulda Allah demek yasak değildi, ama aramızda ayıp sayılırdı!
Yatılı okul olmasına ve öğrencilerin tümünün erginlik yaşlarına girmelerine rağmen, okulda mescit asla söz konusu değildi ve bir iki sene içerisinde mezun olup öğretmen olacak bu taşralı çocukların “namaz” diye bir dertleri asla yoktu ve zaten olamazdı.
1971 Muhtırası’ndan sonra ülkede çekine çekine siyasi partiler harekete geçiyorlardı. Bu siyasi partilerden birisi de Milli Selamet Partisi idi. Partiyi sürükleyen Necmettin Erbakan adında biri olmasına rağmen, o yasaklı olduğundan, onun yerine Süleyman Arif Emre genel başkanlığını yürütüyordu.
Bizler taşralı çocuklardık. Okuyup öğretmen olacaktık. Dağ köylerine gidip Anadolu’ya ışık götürecektik.
Ailemizden almış olduğumuz terbiye, çoğu zaman okulumuzdaki öğretmenlerin bize vermiş oldukları terbiye ile çatışıyordu. Ailemizin derme çatma bilgisi ile okuldaki bilgiler taban tabana zıt şeylerdi. Okuduğumuz, bize okutulan tarih içimize pek sinmese de sınıfı geçmek, mezun olmak için öğrenmek zorundaydık. Bu sinmeme işi bizi başka arayışlara da sürüklüyordu.
Kitaplar okumaya başladık. Alternatif kitapları büyükşehirlerden ısmarlıyorduk. Öbekler halinde bir dost çevresi kurmuş ve sesimizi duyurmadan kitapları deviriyorduk. Okuduğumuz her kitap, okulda bize verilenlerle çatışıyordu.
Okuduğumuz gazeteleri de değiştirmiştik. Yeni dünyamıza hitap eden gazeteleri okumaya başladık. Bir gün gazetede bir ilan gördük: “Filan gün, Milli Selamet Partisi Lideri Profesör Doktor Necmettin Erbakan ilimize gelecek”ti.
Sevindim. Hiç görmediğim bu adamı görecek ve dediklerine kulak verecektim. Dedikleri gün geldi çattı. Ben öğleden sonra okulu kırdım ve Erbakan’ın konuşacak olduğu sinema salonunun yolunu tuttum. Salona gittim, fakat salon neredeyse boş durumda idi. İçeri girdim ve kendime orta koltuklarda bir yer bulup oturdum. Biraz sonra salon doldu ve ardından dinç, dinamik ve şık giyimli bir adam “Mücahit Erbakan” sloganlarıyla salona girdi. Benim için her şey yeniydi ve olup bitenlere adeta şaşırıyordum.
İl başkanının kısa bir konuşmasından sonra Hoca sahneye geldi. Yaklaşık yarım dakika hiç konuşmadan şimşek çakan gözleriyle salonu inceledi. Ve ardından ilk sözünü söyledi: “Esselamü aleyküm sevgili kardeşlerim!”
Hiç abartmıyorum, en az üç dakika, salonda adeta arı uğultusunu andıran bir sesle, herkes ağlıyordu! Ben dâhil, herkes hıçkırıklara boğulmuştu! Ondan sonra ne söylediği hiç kimsenin umurunda değildi.
Bu ağlayışları kendimce çözmeye çalıştım: Yıllar yılı medeniyetinden, mefahirinden, dininden kopmuş, koparılmış olan duyarlı insanlar, yıllar sonra bir “okumuş, hem de makine profesörü” olan birisinden bir selam sesini duyuyorlar ve bu sese seslerini katarak bütünleşiyorlardı. O zamana kadar seslerini bütünleştirebilecekleri birisini bulamamış olmanın acısı ve ızdırabıyla kıvranmışlar, kimselere de bir şeyler söyleyememişler ve bu durumu içlerinde demleyip gelmişlerdi.
Bu bir medeniyet boşalmasıydı. Uzun yıllar taş gibi iç dünyamıza oturan “yaban” artık bir dost olarak gönülleri yeşillendiriyordu. Çay tohumu, Rize toprağına düşmüştü ve hayata selamla başlamıştı. Bundan sonra taze filizler artık sökün edecek, hayat anlam kazanacaktı.
Seçimler 14 Ekim 1973 tarihinde olacaktı. O zaman kadar hiçbir gazete MSP’ye yer vermezken, 12 Ekim 1973 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesi’nde bir manşet vardı: “ Milli Selamet Partisi’nin Türkiye’de çıkaracak olduğu milletvekili sayısı belli oldu: Konya 1, İstanbul 1 ve Urfa 1”
Seçim oldu. Sonuçlar geldi: MSP 48 Milletvekili ve 3 senatör çıkarmıştı.
Bu anlayış hiç değişmedi ve değişeceğe de benzemiyor.
Ebediyete göçüşünün seneyi devriyesinde Erbakan Hoca’ya Allah’tan rahmet ve mağfiretler diliyorum. Tarihin ters akan yatağını kısmen ana ırmağa kavuşturdu, gerisini de talebeleri düşünsün!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT