EŞEK DE ŞAŞIRDI BU İŞE
Halk, vak’ayı Nasrettin Hoca’ya hamleder; ama olayın aslı Hz. Lokman’a dayanır. Şöyle:
Hz. Lokman bir merkebe binmiş. Oğlu, yanında yürüyerek gidiyor. Çarşıya vardıklarında halk onları görünce:
“ Bu masum çocuğu nasıl kıyıp da yürütüyorsun? Hiç olmazsa arkana oturtsaydın.” deyip Lokman hazretlerini şefkatsizlikle suçlayıp ayıpladılar.
Bunun üzerine o da çocuğu hayvanın arkasına bindirdi. Bu sefer:
“ Bu merkebe iki adam az gelir, birisi de hayvanın önüne binseydi daha iyi olurdu!..” diye alay ettiler.
Hazreti Lokman da merkepten inip eşeği önden çekerek yürümeye başladı. Bazıları bunu görüp:
“ İhtiyar adam yürürken çocuğun eşeğe binmesi ne saygısızlık!..” diyerek kabahat buldular.
Bunun üzerine artık çocuk da merkepten indi, babasıyla birlikte eşeğin arkasında yürümek zorunda kaldı. Boşboğazlar buna da kusur bulup dediler ki:
“ Şunlara bakın! Birisi ihtiyar, biri küçük çocuk… Önlerinde merkepleri yüksüz olduğu halde yine binmemişler!”
İnsanları memnun edeceğim diye yola koyulan, yolda kalır. Çeşitli tabiatlarda ve düşüncelerde olan insanların hoşnut olmaları hiçbir zaman mümkün olmaz. Zaman zaman, hatta sık sık duyarız; “Burnundan getirsin, ben ona ne iyilikler yapmıştım, ama!..” diye başlayan ve arkasında düğümlenen cümleleri.
Dünyada yaşıyoruz, elbette insanlara ihtiyacımız vardır ve olmalıdır da. Fakat bir ölçü çerçevesinde ve bir dengeye oturmalı bütün bunlar. Müslüman zihin her şeyi Allah’tan bekler, kul elinden geldiğinin de farkındadır bunun. Bu nedenle kula teşekkür ederken, Allah’a karşı şükrünü de yerine getirir. Sadece kula teşekkür edip, Allah’a şükretmeyenler bir kabalığın ve hatta bir ihanetin içindedirler.
İnsanoğlu şaşırtıcı davranışlar içine girebilir; çünkü kaynağını bulamamışsa terbiye edilmemiştir. Terbiye edilmemiş birinden de her sonuç beklenir. Ağaç aynı ağaç, ama tahta yaparsanız ve başka da bir işleme tabi tutmazsanız, ondan döşeme olur. Fakat onu işlerseniz padişah koltuğu da yaparsınız ondan. Biri sadece tahta, diğeri bir sanat eseri olarak karşınıza çıkar ve değerleri de çok farklı olur. Sanat eseri olması için de bir sanatkârın elinden geçmesi gerek.
Çeşitli günah duygusuyla mal ve evladı terk ettik. Dünyanın şan ve şöhretinden el çektik. Güya kendimize manevi bir makam oluşturduk. Bu durumumuzla, bir kimseyle karşılaşsak iyi halimizden dolayı hürmet görmeyi, başka bir kimseden bir şey rica etsek takva ehli olduğumuz için isteğimizin hemen yerine getirilmesini, pazardan bir şey satın almak istesek, iyi halle tanındığımızdan, o malın ucuza verilmesini arzu ediyoruz. Bütün bunların hepsi riyanın çok derin ve iğrenç yüzüdür ki, insanı “ibadet” aşkıyla insanlıktan uzaklaştırır.
Hiç kimse anasının karnından şoför olarak doğmaz; ama araba sevdası, ulaşım aşkı… gibi duygular onu şoför yapar. Şoförlük sözle olacak şey değildir; onun bir de pratik tarafı vardır. İnsan, “ben iyiyim” diyerek iyi olmaz, onun davranışları dikkate alınır. “Benim kalbim temiz.” demekle kalp temiz olmaz, onu hangi sabun ve deterjanla yıkadığını sorarlar. Kalbin (ruhun) temiz olabilmesi için bir ömür kalp temizlik formülünü uygulamak için uğraş verdin mi? Evet, her şoför seni menzile ulaştırmaz, ama seni menzile ulaştıranın da bir şoför olduğunu unutma! Her ibadet eden iyi olmayabilir; lakin bütün iyilerin de ibadet ehli olduklarını unutmamak gerekir. Çünkü gerçek ibadet, ruhu diri kılar, nefsi egemenliği altına alır. Nefsinin peşinden koşanlar sana bir yudum su verdiler diye onların “iyi”ler kategorisine girmesi mümkün müdür? Onlar, kemik görene kadardır, onu gördüklerinde kavga başlar. Dünya kemik arenasıdır ve kemiğe düşkün olanların da kavgaları bu dünyada hiç eksik olmaz.
Hep vurguladığım bir şey vardır; insan olmak büyük bir sanattır; çünkü onun sanatkârı Allah’tır. Teşbihte hata olmaz, Osman Hamdi Bey’in “kaplumbağa terbiyecisi” adlı tablosunu, sanattan anlamayan birisine verseniz ve o da onu kese kâğıdı olarak kullansa, bunu bilen birisi ne yapar? Osman Hamdi Bey’in tablosunun bu denli kıymetli olduğunu anladık da, Osman Hamdi Bey’i ve insanları yaratan, yoktan var eden Allah’ı anlayamamışsak, insanları, kadirbilirliği ve insanlığımızı nasıl anlayacağız? O zaman ölümle terk edilecek olan dünya varlıkları kutsallaşır, putlaşır ve insan da insan olma özelliğini kaybeder. En büyük felâket işte budur. İnsanlığımızın altını dolduralım, derim.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT