Eski Atina’nın yeni halleri
Son on yıldır daha sık gitmeye başladığım memleketime bu yaz da gittim. İlçem, eski adıyla Atina, yeni adıyla Pazar olan ve bağlı olduğu il Rize’nin tarihinden eski tarihe sahip olan kadim yerleşim yerlerinden biridir.
İsminin Atina olması çoğu kesimin zihninde Balkanlarda bir ülke başkenti imajı uyandırsa da işin aslı öyle değildir. Avrupa’daki bu şehri üç bin altı yüz yıl önce gerçek Atinalılar (Günümüz Pazarlıları) kurmuştur.
Bilinen tarihi ile sekiz bin yıldır adı Atina olan bu ilçeye, cumhuriyet öncesi Enver Paşa tarafından müftülük adı verilmek istendi ise de 1927’de esas ismi Atina pazarı iken Atina ismi kaldırılıp Pazar olarak değiştirilmiştir.
Yüzeysel manipülatif söylemlerle kafası karışanlar ya da aksine iddiada bulunmak isteyenler, dünyanın kadim bilgeliği ve arşivine sahip malum yerlerden yapacakları araştırma onları sadece bu konuda değil, birçok yanlış bilinen doğruları görme konusunda da bilgi sahibi olmalarını sağlayacaktır.
Memleketimize gelir gelmez bir çay içme zamanı kadar kısa sürede bile hem içimizi ısıtan ve heyecan verici hem de içimizi karartan sayısız sohbetlerle karşılaştık.
Kaldığımız süre içinde ilçemizle ilgili birçok kişinin hem övgüsünü hem de eleştirilerini dinleme fırsatımız oldu.
Biri, ilçemize havaalanı yapılmasının, hem sıla hasreti çeken hemşerilerimin kolaylıkla hasret gidermesine hem de doğasının güzelliğiyle çektiği turistlerin sayısının artırmasını överken bir diğeri, ilçenin kentsel yönetim olarak havaalanına hazır olmadığını ve birçok eksikliklerin bulunduğunu dile getirmesi dikkatimizi çekti.
Bazıları da “ilçemize yaklaştığımızda havasının vermiş olduğu tat ile başlayan mutluluğumuz gözlerimizi köreltiyor da iyi ve olumsuz şeyleri göremiyoruz. Ama dışarıdan gelenler, en ufak olumsuzlukları bile kolaylıkla fark edebiliyor, olumsuz dahi olsa gördüklerini rahatça dile getirebiliyorlar” dedi. Dolayısı ile şehrin kaotik, estetikten uzak yapısıyla ciddi bir imaj kırılması yaşadığını kolaylıkla dile getirildiğini gördük.
Parçada Bütüne Ait Özellikler Bulunur
Kırda çiçek toplayanların eline batan dikenler gibi acı veren küçük büyük bazı tespitler dile getirilirken, saatlerce bizi sabırla dinleyen orta yaşın üzerinde oradakilerin amca dediği biri; “beyler, ilçemiz uzun zamandır ciddi konularda gerçek karakterini ortaya koyamamıştır. Her dönem, çok az sayıda olmalarına rağmen insanın temas edeceği her alanı ele geçirmiş ve ilçenin gerçek karakterinin yansıtılmasına engel olan bir kesim var. Bu gurubun etkisinden kurtulamadıkça hiçbir şey ilçe halkının lehine dönmez. Kendilerini elit gören ama sömürge ülkelerinin sömürecekleri ülkede oluşturdukları işbirlikçiler gibi davranan… Zihinleri magazin kültürü ile kodlanmış, benlik ve EGO’ları menfi bağlarla bir birine bağlanmış… Bürokrasi dâhil her alanda etkin olan… Topluma olumlu yönde en ufak bir katkısı olmayan ama ilçe halkının tamamı öyle imiş gibi görüntü veren… Mütedeyyin ve gerçek aydınlar yokmuş gibi davranan bu çakma aydın kesimlerden kurtulamadan hiçbir ileri adım atılamaz” deyince herkes ona döndü.
Kimdir hangi mahalle veya köydendir gibi sorulara aldırış etmeden, sakin ve dingin bir yüz ifadesi ile birkaç saniye etrafındaki kişilerin gözüne baktıktan sonra “parça bütünün özelliklerini içinde taşır beyler, bu durum sadece yerel seviyede yeterli olmaz” genellemesini yaparak konuşmasını sürdürdü.
Kadim ilçemiz Atina yıllardır bir türlü ismi ile müsemma olamadı.
Ne sembolik - soyut, ne de somut ifadeler bulan gerçek karakterine uygun özellikleri uzun zamandır sergileyemedi. Çok yüksek bir potansiyele sahip olmasına rağmen bu potansiyelin ortaya çıkarılıp değerlendirilememesinin nedeni az önce söylediklerimizin yanında çoğu kesimin de bildiği ama dile getirmediği çeşitli durumlar da var tabi. Bu duruma, ülke genelindeki vesayet zihniyetinin mahalli uzantısı gibi dile getirenler var. Şunu da öncelik ve özellikle belirtmemiz gerekir ki vesayet denen bu gücün partisi veya kendi çıkarlarının dışında bir ideolojisi yoktur. Sadece kendi menfaatleri vardır. Hangi parti olursa olsun hepsinde bulunurlar ve görünmeyen bir bağ ile bir birilerine sıkıca bağlanırlar.
Bunlar tabandan tavana kadar örgütlenip de iktidar potansiyeline ulaşan ve kazanma ihtimali olan her partiye sızar, ele geçirir, partilerin samimi ya da idealist kişilerini kendilerine hizmet edecek duruma sokarlar. Ülke ve millet yararına samimi olanları kolaylıkla kenara iter, onlardan boşalan yeri idealist görünümleriyle işgal ederler. Bu millet, nedenleri değil de sonuçları konuşmaya devam ettikleri sürece, halkı kendi çıkarlarına hizmet ettirmeye devam ederler.
Beyler, kim neyin ne kadarının farkında bilemeyiz ama adına ister vesayet, ister başka bir şey, ne denirse densin. Bencil bir zihniyetin siyasi partilere sızıp işgal planı hala devam ediyor. Sorunlar hakkıyla tespit edilemeyip açıklanamıyorsa… Ya toplumun aydınlarında bir problem var, ya işin nedenleri doğru anlatılamıyor… Ya milletin algısı dibe vurmuş ya da toplumsal seviyede bilinci düşüren görünmeyen güçlü bir siyasi el var. Yoksa yeşil alan, çevre düzenlemesi, semte giriş çıkışlar, yol güzergâhları ve imar gibi konular dâhil siyasi, sosyal, kültürel alanlarda bu kadar estetikten uzak bir durum olması mümkün değildir. Estetikten uzak böyle durumlar hala devam ediyorsa ve halk ideolojik sembollerle uyutulup farklı kutuplara itilebiliyorsa dikkatimizi zihnimizin daha derinlerine yöneltmemiz ve arka planlarda neler oluyor onu kendimize sormalıyız. Yoksa birbirilerimizi particilik yaptırarak, kutuplaştırıp kavga ettirerek zihinlerimize kodlanan sembollerin peşine takılmaya ve kullanılmaya devam ederiz.
Bugün AK Parti güçlü ve zapt edilemez bir partidir yarın bir başka parti. Bu kesim için fark eden bir şey yok. Görünüşte o parti kazanır yönetim o partinin olur ama iktidara muktedir olan yine onlar olur. Eğer şüphesi olan varsa ilçenin üç dönem yerel seçimini kazanan partinin belediye kadrosundaki hiyerarşinin en tepesinden en altına kadar baksın.
Elbette ki konunun parti olmadığını bilmeyenlere hiç bir şey anlatılamaz. Ülke genelinde düşük bilinç durumlarının bu biçimleri anlatılamadığında da, olgu ve olaylar gerçek anlamı ile anlamlandırılamayacaktır. Daha anlaşılır bir dille söyleyecek olursak, particilik ya da sembollerle kodlanan zihinsel durumlarla bakılmaya devam edilirse, bireysel seviyede yansıyan egoizmin belirgin karakterini ilçemizde toplumsal seviyeye yükseleceğini şimdiden söyleyebiliriz. Zihinler, hormonlu gıdalarla beslenmeye devam edildikçe de, sürekli düşüş ivmesiyle iflahı zor duruma düşeceğini... Lakin aklımızı özgün değerlerimizle beslediğimizde ise, bireysel seviyede düşen ve sürünen karakterinin çevirebileceğini, bilincimizin toplumsal seviyede yükseltilebileceğini, yanılsama karşısında özgünlüğümüzün sergilenebileceğini de söyleyebiliriz” dedi.
Muhabbet bu şekilde sürerken yan masadan ezanla birlikte ayağa kalkan evveliyatını bildiğimiz bir arkadaşımız söze girer. “Söylediklerinin birçoğuna yolu yöntemi ve yapılacak işler bakımından katılıyorum lakin diğer kesim diye ifade ettiğiniz gurubu ötekileştirmenizi pek kabule şayan bulmadım. Bu dil biraz ötekileştirici oldu. Bu dil bizi birliğe değil ayrışmaya götürür. Bencilce ve çıkar ilişkileriyle tanımladığınız bu guruptaki insanlar da bizimdir. Bunlar da söylemlerinizin aksine en az sizin anlattığınız kadar yöremizin ve beldemizin gelişmesi ve kalkınması için çaba gösterdiklerine inanıyorum. İlçe bölge ve beldemizin gelişmesi ve kalkınmasına çaba göstermeyecek insanımızın olduğuna, bu konuda heyecan duymayacak tek bir kişinin bile olabileceğine ihtimal vermiyorum. Ancak bahse konu bu gurubun yapılacak hizmetleri farklı bakış açısıyla değerlendirirken bazı temel değerlerimizle ilgili gözden kaçırdıkları ve ihmal ettikleri hususlar olabilir.”
Hangi hususlar gözden kaçırılıyor der gibi hep birlikte ona döndük. Sorumuzu bakışlarımızdan anlamış olmalı ki; yumuşak bir tebessümle hafif de selamlar gibi elini kaldırıp ezanın bitmek üzere olduğunu ima ederek camiye doğru yöneldi. Birkaç adım sonra duraklayıp bize dönerek, “kapitalizmin acımasız çarkları arasında değerlerimiz un ufak edildiği ortada. Şehri düzenleme sanatını yani politikayı biz kalarak mı, değişen zihinsel kalıplarla mı yoksa yeni oluşan algıyla mı? Değişmez kalıcı evrensel olan mı yoksa sadece dünyevi ve geçici değerler üzerine mi inşa edileceği konusunda farklılık olabilir” dedi ve camiye doğru yürüdü. Evveliyatını milli ve maneviyattan yoksun diye bildiğimiz bu dostumuzdan böyle ifadeleri duymak bizi şaşırtınca bu durum hepimizi bir süre suskunluğa itti.
Suskunluğun en derin anında beni moderator gibi gören bir genç bana dönerek, “bir toplumda adalet ve liyakat yoksa ne yapmalıyız abi” dedi.
“Adalet herkese lazım olan bir erdemdir. Lakin erdemler topluma ya da siyasi ve sosyal yapıya dünyevi-materyalist ve evrensel - manevi, olmak üzere iki farklı bakış açısıyla yansır. Birinci görüş, iki bin beş yüz yıl önce Kalxedon’da( Kadıköy’de) Sokrates ile Aristippus arasında; Aristippus’un: Adalet güçlünün işine gelendir görüşüne karşı Sokrates’in; Adalet, hak edene hak ettiğini hak ettiği anda vermektir şeklinde olmuştur. O zaman da gücün etkisiyle halk nasıl etkilenip karar veriyor idiyse bugün de çok farklı olmadığı ortada değil mi” deyince, “ya liyakat dediğiniz şeyi nereye koyacaksınız” sorusunu yöneltti.
Ben de ona bir yerde aklın mı paraya hükmetmesi lazım yoksa paranın mı akla hükmetmesi sorunu yöneltince işi, ülke genelindeki liyakatsizliklere yöneltti.
İlçemizdeki sosyal ve siyasi yapıyı öne çıkardığında da, parça bütünün özelliklerini taşıdığı kanaatimi yeniledim. Bu sefer Liyakati anlamlandırmamı isteyince; “bir makama bir kişinin yeteneği ve erdemleriyle yetkin olmasıdır” dedim. Yoksa İtalyan sosyolog Makyavellinin, bazı imkân merkezlerine sahip olmak için etik ve ahlak dâhil hiçbir kural tanımadan paraya ve paranın gücüne sahip olmakla yetkinlik almakla liyakatli olunmaz. Böyle Makyavelist tutum, aklın mı paraya hükmettiği yoksa paranın mı akla hükmettiği sorusuyla birlikte hem liyakati, hem de ilçemizin durumuna ait sorulabilecek soruları kısmen cevaplamış olur dedim. Sevgilerimle
YAZIYA YORUM KAT