“ EVET, İŞTE BUYUZ: SOLUCANLAR! ”
İnsanın mutluluğu ve tutarlılığı, ümitle korku arasında yaşamasına bağlıdır. Ümit de korku da insani bir duygudur; dengede tutulursa, hayat serin bir rüzgâr gibi eser ve cana can katar.
Aslında hayat dengedir ve denge hayattır. Dengesini kaybeden her şey çizgisinden dışarı fırlar ve hayattan kovulur.
Örneklerle yolumuza devam edelim:
Bir insan düşünelim; bir ülkenin kralı (yöneticisi) olmuştur. Baş olmak başka bir şey, baş olma duygusu başka bir şeydir. Bir yere yönetici olursunuz, fakat dengenizi, yani insanlığınızı kaybetmezsiniz; çok da iyi ve güzel işler yaparsınız, insanların gönlünü kazanırsınız.
Fakat kral olma duygusu benliğinizi kaplarsa, yani insanlık dengenizi bozarsanız, zulmedersiniz ve sevilmez, düşman üretme fabrikasına dönüşürsünüz. Bu nedenledir ki, kralların uşakları var, dostları yoktur.
İnsan, insanlık erdemleriyle kuşanamamışsa çılgın bir yaratık haline gelir. Kendi dengesini kaybettiği gibi, başında bulunduğu yerin de dengelerini alt üst eder. Bu durum hayatın her safhasında geçerlidir; ailede, şehirde, devlette, dünyada. İnsan, yaradılış dengesini kaybederse dünyada şirazeden çıktığı gibi, öte dünyada da karşılığını daha sert görecektir. Yaradılış dengelerini neler korur? Yaratan’a iman ve kulluk. Bunun dışında yol yoktur.
Ümit ve korku hayat korunaklarımızdır. Ümitsizlik (yeis) tefrittir, korkusuzluk da ifrat. Her ikisi de aşırılıktır ve mutlaka şiddetli bir karşılığı vardır. Bazen bir anlık dalgınlık, bir hayatı ömür boyu arkasından sürükler.
İnananlar için cennetten daha iyi bir yer yoktur, ama Âdem (AS)’in dünyaya düşüşü orada gerçekleşti. Şeytanın şeytanlaşma süreci orada başladı. Mutlak ümide kapılıp, “ben kurtuldum” hezeyanı içe yerleşir de korku devreden çıkarsa şeytanlaşma baş gösterir. Şeytanın başına gelenler, uzun süre Allah’a ibadet ettikten sonra gerçekleşti. Çünkü Allah’ın emrine uymamak demek, yaradılış dengesini kaybetmek demektir.
“Ben büyük bilginim!” diyerek caka satmak sizi kandırmasın. Bel’am (büyük bir bilgindi) neler biliyordu, ama lanetlendi.
“Ben sizin en büyük rabbinizim.” diyen Firavun yerle yeksan oldu.
Meşhur zengin Karun yerle bir oldu. Hepsi ifratın içinde boğuldu.
Bir toplumda veya dünyada; Firavun zalimliğinde yöneticiler, Karun cimriliğinde zenginler ve Bel’am tıynetinde (Firavun’a evet diyen) “bilim adamları” kafa kafaya vermişlerse, zulmün sacayağı orada kurulmuş demektir. Çünkü yaradılış dengelerini bozan insanlar iktidar olmuşlardır, toplum karanlık günlerin içine düşmüştür. Bu kaçınılmaz sonuçtur.
Batılı bir bilim adamı olan Tonio Kröger, “Bakın, beyim, yıldızlara bakın!” diyor ve şöyle devam ediyor: “Biz insanlar telgrafı ve telefonu ve modern zamanların nice harikasını icat ettik, evet ettik. Ama yukarı baktığımızda nihayetinde hepimizin böcek, acınası küçük solucanlar olduğumuzu fark etmemiz gerek. Evet, işte buyuz: Solucanlar!” ( Tanrı Güzeldir, Navid Kermanı, s. 563, Kapı yay.)
Uzun sözün kısası, nükleer silahlar, nice nice icatlar yaptınız, güzel de, bütün bunlar, insanın hem dünyevi ölümüne hem de sonsuz dünyasını cehenneme çeviriyorsa bırakın kalsın. Ben bir mağarada Rabbime kul olarak yaşamaya canı gönülden razıyım.
Müslüman Havf ve Reca (korku ve ümit) içinde yaşayan insandır ve kendi dengesini bozmadığı gibi, bulunduğu yerlerin de dengede durmasını sağlar. Müslüman çok kıymetli bir insandır, çok!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT