GARİP ŞEYLER OLUYOR
Dost özlemi, insanı ele verir. Hasretimizi, sözlerimize sararak ortaya koyduklarımız, bir biçimde kimliğimizi ortaya kor. Sevgilerimiz, inançlarımız, umut ve umutsuzluklarımız özlemlerimizin içinde saklı durur. Zaman zaman içimizde saklı duran bu duyguları dile getirir ve iç dünyamızı deşifre ederiz.
Aslında iç dünyamızdaki sevgi padişahının kuluyuz. Bütün hikâyemiz, bu padişahın fermanı doğrultusundadır. Birisini tanıyorum, bütün dünyasını ev, arsa, apartman üzerine kurmuştu; özü, sözü hep bunlardı. Bu konudaki konuşmaları saatlerce dinler ve bundan büyük zevk aldığını söylerdi. Sonunda başardı, birçok mülkün sahibi oldu. Ne var ki, kendisi ihtiyarlayıp, varisleri tarafından bu mülkleri zoraki olarak elden çıkınca, bütün dünyası yıkılmıştı.
Sürekli nelerden konuşuyorsak ve gündemimizi neler meşgul ediyorsa, biz oyuz. Sözlerimiz, iç dünyamızın ajanları gibidir. Mecnun’un gündeminde hep Leyla vardı ve gerisi yalandı. Modern çağ, maalesef, Leyla’dan Mevla’ya giden yolu kapadı. Gençlerimiz yetim, ihtiyarlarımız garip ve yalnız.
Modernizmin kıskacında hayat damarlarımız tıkanmış bulunuyor. Neredeyse yirmi dört saat dünyanın ardından bir köle gibi koşup durmaktayız. Fıtratımızın sesi olan mutluluğumuzu sürekli ileriye doğru ertelemekteyiz. Bütün güzellikler ve mutluluklar yarın bizi bulacak! Oysa bugün, dünün yarını, ne buldun ki, yarına ısmarlamışsın mutluluğunu? Bilmiyoruz ki mutluluk, bizim dışımızda bir Anka kuşu değildir ve bir gün gelip de gönlümüzün has bahçesine oturmayacaktır. O, fıtratının yolunu açan insanlara bağışlanan bir nimettir.
Caddelerde, sokaklarda, meydanlarda; hatta ibadethanelerdeki konuşmalara bir kulak kabartalım. Herkes dostunu konuşuyor: Para. Paranın bu denli gönülleri işgal ettiği bir dünyada, falan ve filan ülkeler işgal edilmiş, çok mu?
Aslında işgal edilen kalbimizdir. O ne kötü işgaldir ki, oradan Hak kovulmuş ve dünyaya “gel” denilmiştir. “ Annemi özledim, babamı, sevgilimi, çocuğumu, yurdumu, sılamı… özledim.” diyen ne çok insan var çevremizde de “ Ben Rabbimi özledim.” diyebilen bir Allah’ın kuluna rastlayamıyoruz!
Dünya kölelerinden dost olmaz, onların dostu bulunmaz. Dost, sana can bağışlayandır, canına kasteden değil. Kalbi işgale uğramış insan esirdir, onun dünya özgürlüklerinden dem vurması bir sanal yanılmadan öteye geçemez. Bütün “izm”ler bu yanılmanın somut örnekleridir ve işgale uğramış gönüllerin teslimiyet bayrağıdır.
Rabbimizi garip bıraktık.-haşa- O’nu ilkin kalbimizden sürgün ettik. Sonra da O’nun aşağıladığı ne varsa gönlümüze doldurduk ve utanmadan bir de sevgiden söz eder olduk! Her yerde, her şeyden söz ediliyor, O’nun sözü edilmiyor. Dünyayı yönetme iddiasında olanlar, O’ndan söz etmeyi ar sayıyorlar. Zamanı yaratıp önümüze koyana şükredileceğine, zamane zavallıları “irtica” yaygaralarıyla adeta O’na savaş açıyorlar. O ise, bütün bunlara rağmen Rahman sıfatıyla âlemi bir mantı gibi bürüyor.
Dünya sistemleri, bir grup insanın kalplerinde bulunan sevginin tezahürleridir. Onlar, kalplerindeki dünya sevgisini padişah yapıp ona kul olabilirler; fakat müminlere ne oluyor ki, kalplerindeki Allah sevgisini yeryüzüne hâkim kılmaktan çekiniyor, korkuyor, gevşek davranıyorlar? Yoksa Allah’ın hâkimiyeti dışındaki bir dünyada mutlu olacaklarını mı sanıyorlar?
Aslında herkes kendi zannıyla seviniyor ve dünya değirmeni de böylece dönüyor. Fakat zannı Hakikat diye belleyip, insanlara “izm” diye sunmak ise en büyük cinayettir. Putperestlik, somuttan soyuta doğru evrimleşti ve onlardan kurtulmak biraz daha zorlaştı.
Demirin içinde saklanan kıvılcım gibi, insanların sırları da içlerinde gizlenmiştir. Leyla’dan söz açılınca Mecnun ona kayıtsız kalamaz. Bir yerde Allah’tan söz açılınca, birileri ona kayıtsız kalıyorsa, şeytandan kaçar gibi ondan kaçmak lazımdır. Mevla demiyor mu “ Allah’ın ismi anıldığı zaman onların kalpleri titrer.” diye. Titremeyen kalp ölü veya baygındır. Ölüler panayırında Hak kumaşı satabilene aşk olsun.
Dünyayı ancak ölüler işgal eder; çünkü burası bir mezarlıktır. Dünyayı sevmek, bir biçimde nekrofiliya ( ölü sevicilik) dır ki, bu bir psikiyatrik sorundur. Dünyacılara eğilenler, gitsinler mezarlıkları öpsünler, bari toprak onlara asıllarını hatırlatır.
Doktor, hasta kızın nabzını tutarak memleket isimlerini saymaya başlar; fakat kızın nabzında bir değişme görülmez. Ne zaman “ Semerkant” ismi geçer, hastanın nabzı birden yükselir; çünkü hasta kızın sevgilisi Semerkantlı’dır.
Allah sevgisiyle çöllere düşene Mecnun diyorlar, ne garip! Dünya sevgisiyle içini karartıp ebediyetini yok edenlere de “akıllı” diyorlar, ne garip! Ve bütün bu kavramları oluşturanlara “demokrat”, bu kavramlara da “ demokrasi” diyorlar! Ne garip!
YAZIYA YORUM KAT