Gelecek mi geçmiş, geçmiş mi gelecek?
Hep geçmişe özlemle konuşuruz.
Ne güzeldi o günler
Bizim zamanımızda
Hani vardı ya
diye başlayıp giden nostaljik kelimelerle avunuruz.
Avunuruz diyorum, çünkü güzel olan geçmiş zaman değil, kendimizdik galiba. Her gün kirlenen bedenimizle, fikrimizle, eylemlerimizle ancak geçmişe özenti duyarak avunabiliyoruz yani.
Kimi gördüysem, kendi geçmiş tarihindeki güzellikleri anlatır.
Bayramlar bir başkadır, dost toplantıları ayrı güzel onun zamanında.
Şimdi ise havalar bile değişmiş, toprak dahi verimsiz olmuş
Yağmur o zamanki gibi yağmaz, güneş şimdi öyle ısıtmaz.
İnsanlar da bir başka olmuş
Uzar gider örnekler...
Hatırlayabildiğimiz kadar avunur, zamanında kıymet vermediğimiz kadar özlemle sarılırız yıllara.
Tertemiz duygularla; saf, günahsız bedenimizle düşündüğümüz, yaşadığımız her şey bize geçmişte kalan güzel günler olarak el sallar zaman zaman.
Geçmişe olan bu özlem, aslında yüreğinde insanlık adına birazcık kırıntı kalmış bedenlerin hasleti.
Yoksa biz tarihine sövenlerle de bir arada yaşıyoruz.
Geçmişinden utanan çok soysuz var içimizde.
Kaçıp giden zamanın peşinden koşarken bastığı, incittiği, kırdığı değerlerin farkında olmadan yaşayan,
geçmişi perdelenmiş, beyni darbelenmiş, yüreği mühürlenmiş niceleriyle aynı havayı teneffüs edip, aynı mekânları paylaşmıyor muyuz?
Bir yanda; geleceği yaşama umudunu kaybedip, geçmişle teselli olanlar
Diğer tarafta; geçmişine sövüp, umutsuz heyulalar peşinde koşanlar
İşin gerçekten de çivisi çıkmış galiba.
Bazen geçmişe bakıp, geleceğe olan inancını da kaybediyor insan.
Bazen de güzel günler yaşayacağımıza dair umutlar serpiştiriyor hayallerimize tarih.
Geçmiş ve gelecek, bardağın iki yanı gibi, önem verdiğimiz şeylerin baktığımız yerde değil bakışımızda olması gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor bize adeta...
YAZIYA YORUM KAT