GÖKLÜ İNSANLARIN BULUTLARI RAHMETTİR
Bir tekke vardı. Bu tekkenin özelliği, sözle değil, sezgiyle anlaşmaktı. Bir gün bu tekkenin kapısına bir yabancı gelerek kapıda bekledi. Bir süre sonra kapı açıldı. Bir selamlaşmanın ardından sözsüz konuşmalar başladı:
Gelen yabancı tekkeye girmek ve burada kalmak istiyordu. Onu kapıda karşılayan kişi, yabancının bu ısrarı üzerine, bir süre gözden kayboldu. Sonra, elinde, ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı gelen yabancıya uzattı. Bu, yeni bir kişiyi tekkeye kabul edemeyecek kadar doluyuz, anlamına geliyordu.
Bunun üzerine yabancı, tekkenin bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını, kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki adam saygıyla başını eğdi, yabancıyı tekrar selamladı ve kapıyı açarak onu içeri aldı.
Çünkü suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
Bu kıssadan alınacak çok ibretli dersler vardır:
Hayatımızda öyle insanlar vardır ki, bırakın suyun üzerinde yüzmelerini, girdikleri kabı tamamıyla taşırmaktadırlar. Bu tip insanlar hayat yüküdür ve asla çekilmezler. Kimin eşi, anası, babası, evladı veya arkadaşı olmuşsa, orada uzun vadeli kalamazlar; çünkü çekilmezdirler.
İnsanı ağır yük haline getiren, çekilmez yapan, onun fiziki ağırlığı değil, anlayışı ve davranış biçimidir. Gençler, yüz güzelliğine aldanıp arkadaş veya eş olarak seçtikleri bazı kişilerin, zaman içinde ne kadar çekilmez olduklarını bizzat görüp yaşamaktadırlar. Çünkü yüzün fiziki güzelliği, için aynası değildir. İçimizin röntgeni, MR’ı (emar), yüzün ince liflerine yansıyan nurdur. Beş duyuyla bu görüntülenemez, “feraset emarıyla” bunu görüntülemek gerekir.
Bilmeden kanserli biriyle evlenir, hayatınızı birleştirebilirsiniz. Kısa zaman sonra da durum anlaşılır, hasta ölür ve siz acılar çekersiniz. Ne var ki, manen yıkılmazsınız; belki hayata karşı daha güçlü bir duruş sergilersiniz. Hatta öte dünyanıza bir köprü olabilir. Fakat iç dünyası kararmış, kendisi gül yaprağı değil, kara bir taş gibi içi kararmış birisinin makyajlı yüzüne aldanarak onu eş veya arkadaş edinirseniz, bu sefer siz ruh kanseri olursunuz ve sadece dünyanız kararmaz, ahretiniz de tehlikeye girmiş olur. Bu tarz insanlar, dünya hayatının cehennemidir.
Öyle insanlar da vardır ki, hayatınıza gül kokusu saçarlar. İçinizdeki suyu asla taşırmazlar. Cüsseleri ağır olsa da, söz ve davranışları tıpkı gül yaprağı gibi hafiftir; size hiçbir şekilde üzüntü ve ruh ağırlığı vermezler. Uzaklaştıklarında gözler onu arar, kalpler onu özler; çünkü aranacak ve özlenecek yapıdadırlar. Bunlar zinhar bozguncu değil, bozulan hayatı onarıcıdırlar. Bu tip insanlar, dünya hayatının cennetidir.
İnsanlarla olan ilişkilerimizde, sözden çok anlayış ve davranışlara önem vermemiz gerekmektedir. Sezgisel dünyamızı daha canlı kılmak, gelecek hayatımız için büyük önem arz etmektedir. Maddi şaşaa gözlerimizi almadan, yürek dünyamızı harekete geçirmeliyiz; çünkü göz aldanır; fakat kalp aldanmaz.
Eş veya arkadaş edindiğiniz insanlar, zihinlerinde, inançlarında sonsuzluğa açılan bir pencere barındırmıyorlarsa, o kişi veya kişiler sizi dünya dumanlarıyla boğacaklardır! Onların gökleri yok, sadece bulutları vardır. Gönül dünyanızda bulutların üzerine yükselebiliyorsanız, masmavi göğünü görebildiğiniz insanları seçerseniz, dünyada da ahrette de rahat edersiniz.
Çünkü göklü insanların bulutları da rahmet olur.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT