GÜLDÜRÜRKEN DÜŞÜNDÜRENLER ZEKİ İNSANLARDIR
Hayat hep ciddiyetten ve dertten ibaret değildir; elbette yaşamın içinde neşe de vardır ve olmalıdır da. Düşünceler insan zihnini cendereye soktuğu zaman, cins kafalar bu durumdan, nükte yoluyla nefes alırlar.
Bir ev satın alan insan, tümüyle tuvalet satın almadığı gibi, içinde hiç tuvaleti olmayan evi de satın almaz. İnsan bedeni bir bütündür; mide, kalp, kalınbağırsak… gibi her organın kendince bir değeri vardır. Vücudumuz bütünüyle beyin olmadığı gibi, tastamam kalınbağırsak da değildir. Hayat hep kalınbağırsak olarak algılanırsa (af edersiniz), değer yargısı wc’nin içinde yapışık kalır.
Ama edibane söylemlerin, söz kavgalarının da ayrı bir zekâ parıltısı vardır; bireyin ve toplumun rahatlamasını sağlar.
İki büyük düşünür ve şair Fuzuli ve Ruhi, devrin padişahının sarayında bir davete katılmışlar. Sarayın muhteşem güzellikteki bahçelerinde dolaşırlarken; şair Ruhi’nin aklına muziplik gelir:
“ Ey Fuzuli dostum, şu cennet gibi bahçenin, şu güzel çiçekleri içinde, şu göz alıcı duvarların dibinde o uyuz iti görüyor musun?” Fuzuli:
“ Görüyorum.” der. Ruhi:
“ İşte o it, bu sarayda Fuzuli!”
Fuzuli, atılan taşı gediğine koymak için bir an düşündükten sonra sözü yapıştırır:
“ Doğru söylersin ya Ruhi!.. Sıkacaksın şu itin boğazını, çıkacak içinden Ruhi!”
Dönemin divan kâtibi Tahir Efendi, yine dönemin çok ünlü hicviye şairi (heccav) Nefi’ye kelp (köpek) demiş. Nefi şu dörtlükle cevap vermiş Tahir Efendi’ye:
“Bize kelp demiş Tahir Efendi / İltifatı bu sözde zahirdir (bellidir)
Maliki mezhebim, zira/ İtikadımca kelp Tahir’dir (temiz).
(Şafii mezhebinde köpek necistir ve süründüğünde abdest bozulur. Maliki mezhebindeyse köpek tahirdir (yani temiz), abdesti bozmaz; ama aynı zamanda Tahir de köpektir. Bu sözde cinas vardır; yani sesleri aynı, anlamları farklı.)
Hayatı boyunca fikirlerinden ve yazılarından ötürü mahkeme mahkeme dolaşıp tarihi savunmalar yapan Üstad Necip Fazıl’ın mahkeme safahatı dillere destandır. Yine bir davasından dolayı mahkemede hâkimin huzurunda ateşli bir şekilde savunma yapmaktadır. Kurduğu cümleler, mantık örgüsü hâkimi bunaltınca, hâkim kürsüden bağırır:
“ Nasıl konuşuyorsun, yüzün maymuna dönmüş!”
Üstad, bu hakaretamiz sözün altında kalır mı? Zekâsının ince parıltısını hemen patlatıvermiş:
“ Öyle mi? Öyleyse biraz da duvara döneyim!”
Yahya Kemal, midesine düşkün bir şairdir. Özellikle Rumeli yemeklerini ve baklavayı çok sever. Hemşehrilerinden biri, Beyoğlu’nda bir baklavacı dükkânı açar ve şeref konuğu olarak da Yahya Kemal’i davet eder. Üstad, baklava dilimlerini büyük bir iştahla götürürken, lokanta sahibi; “Üstad” der, “Nasıl, baklavamızı beğendiniz mi?” Y. Kemal; “ Beğendin mi ne demek, dilim adeta rüya görüyor!” diye cevaplar.
Neyzen Tevfik’in (1879- 1953 ) yanında savaş vurguncularından birinin dedikodusu yapılmaktadır; “ Tonla parası var.. Herifin bir eli yağda, bir eli balda.. Nereye gitse hemen yol açıyorlar…” Neyzen, “ Gerçekten kenara çekiliyor mu herkes?” diye sorar. “Çekiliyor.” cevabını alınca; “ Demek cebindeki pisliğe bulaşmak istemiyorlar!” diye cevabı yapıştırır.
Nükte/hiciv/komedi yerinde ve zamanında yapılırsa büyük bir zihin rahatlamasıdır ve edebi değerdedir. Aynı zamanda da parıltılı bir zekânın ürünüdür. Ama edebin dışına taşar, belden aşağı vuruşlar sergilerse, işkembesi patlayan hayvanın yanına yaklaşılmadığı gibi, onu yapan insanın da kokusunu çirkinleştirir. Neyzen Tevfik’le noktalayalım:
İkinci Meşrutiyet döneminde bakanlığa getirilen bir zat, çok geçmeden yeğeninin vali olarak atanmasını sağlar. Karşılaştıklarında Neyzen, “ Maşallah, kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor!” deyince, adam; “ Genç yaşta vali oldu, niçin fasulyeye benzesin?” diye sorar. Neyzen lafı gediğine koyar: “ İşte ben onun için benzetiyorum ya, fasulye de sırığa sarılarak büyür!”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT