HADDİNİ VE ÇAPINI BİLMEMEK
Çağımız insanı belki de insanlık tarihinin en acılı ve en sancılı neslidir. Omuzlarında taşıdığı yük günden güne ağırlaşmakta ve önüne yığılmakta olan problemler her saniye çoğalmaktadır.
İnsanoğlunun sahip olmuş olduğu imkânlar, hayranlık uyandıran bilgi potansiyeli veya ulaşılmış bulunulan üstün teknolojik kudret maalesef dertlere çare olmaya yetmemektedir. Bunca nimetlere rağmen, maalesef insanoğlu yinede her gün ve her saniye rota kaybı veya hedef sapması yaşamaktadır.
Böylesine üstün teknolojiye rağmen, insanoğlunun çaresizliğinin her saniye artmasının sebebi veya nedeni söz konusu imkanları insanoğlunun doğru kullanamaması veya sahip olduğu söz konusu güç ve kudretin insanoğlunu bir hayli şımartmış olmasıdır. İnsanoğlunun şımarması; şükür duygusu yerine benlik duygularına yenik düşmesi yaratanın katında kulluk sınırlarını zorlanması demektir.
Ne yazık ki; çağımızın hastalığı olan söz konusu şımarıklık her alanda olduğu gibi mana âleminde de ifrata kadar uzanmış ve Allahın varlığını peşin bir teslimiyetle kabullenmenin ötesinde, Allah’ı maddi delillerle ispat etme gibi bir hastalığın ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir.
Farz edelim ki; söz konusu arayışlar neticesinde bugünkü insanı tatmin edecek delillere ulaşılmış olsun. Acaba o zaman inanan insanın kulluk derecesi yükselmiş mi olacak veya acaba bu gayretler bizi hak olan seviye den koparı yeni bir kibre mi boğacak? Allah korusun bugün bazı çevrelerde olduğu gibi inanç dünyamıza reform başlığı adı altında bazı sapıtmış çevreler musallat mı olacak?
Bütün bu soru veya şüpheler bizi düşündürmekte ve her şeyi pozitivist mantıkla ele almaya çalışan gayretlere şüpheyle bakmamıza sebep olmaktadır. İslamiyet akıl dini olduğu kadar aynı zamanda insan aklının sınırlı olduğunu da işaret eden bir dindir. Tasarruf alanımız bellidir ve burnumuzu sokmayacağımız konularda bellidir.
Allah’ın varlığını gönül çerçevesinin dışına çıkarak bilimsel olarak ispata yeltenmek ne kadar doğrudur bilemem ama mangalda kül bırakmayan, her konuda fetva üstüne fetva vermeye kalkan sözde televizyon ulemasının bu konularda söyleyecekleri bir şeyleri olsa gerek.
Yazımızın başında bahsettiğimiz şımarıklığın dozu kaçınca ve birazda işin içerisine şeytan kırıntıları girince dini yorumlarda bir hayli şişmektedir.
Her şeyin gerçek sahibi olan yüce Allah; kendisini bulma arayışında ve tanıma yolculuğunda olan kulunu muallâkta bırakmışsa, kendisinin yüce bir varlık olarak hislerle kavranıp tanınmasını dilemişse bunun da elbette bir hikmeti vardır. Yoksa Allah sahip olduğu sonsuz gücüyle her şeyi kullarına açık ve beyan eyler ve insanlığı sınava tabi tutmazdı. Böylesi bir durum belki de inanmanın tadını veya hazzını, belki de mükafatını da hükümsüz kılardı.
İçinden geçmekte olduğumuz çağa birileri her ne kadar medeniyetlerin kucaklaştığı, insanın yaratanına bir hayli yaklaştığı veya kâinat kitabının tercümesi sonucu insanoğlunun her şeyde Allah’ı görmeyi ve bulmayı başardığını iddia etseler de biz yinede maalesef bu iddialara katılamıyoruz.
Soğanın kökçüğünde veya başka herhangi bir bitkinin hücresinde Allahın mührünü arayarak Allah’ı ispat etmeye kalkmak ne kadar doğru bir inanıştır bilemiyorum. Ancak çok iyi biliyoruz ki; hiçbir peygamber ümmetine Allah’ın varlığını ispat etmek için ne soğanın kökçüğünü, ne de keçinin üzerindeki alacalarda Allahın varlığına delil arayışına çıkmamıştır.
Şimdi birileri hak peygamberlerin mucizelerinden bahsederek bizim aksimize materyalist veya şekilci bakışları din adına savunmaya devam edecekler. Varsın diledikleri kadar benim güzel insanımı kendileri uyuşturulmuş olduğu gibi uyuşturmaya devam etsinler. Gün olacak ve hak yeniden muzaffer olacak ve yalancıların maskeleri mutlaka bir gün mutlaka düşecektir.
Peygamberler insanları çirkinden, haramdan koparıp güzelle ve helalle buluşturmaya; kendisine veya ürettiklerine tapınan insanları Allaha kul olmaya davet etmişlerdir. Kelime i şahadet getirerek, peşin bir teslimiyetle kulluk elbisesini insana giydirmeyi metot olarak seçmişlerdir.
Allahın varlığını ispat etmek veya peygamberi vaazların doğruluğuna insanları inandırmak için ille de bir mucize göstermeye ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü böylesi bir durumda inanmanın hiçbir anlamı kalmaz, dünya hayatı imtihan dünyası olmaktan çıkmış olurdu.
Elbette gelişen bilimin veya konuşturulmaya başlatılan kâinat dilinin, yanı bilimsel keşiflerin Allaha giden yol üzerinde pusu kurmuş şeytanların işini zorlaştırmakta ve inananların üzerinde yürüdükleri düşünce raylarını güçlendirmektedir. Ancak tam bu noktada bir konu oldukça ciddiyet kazanmakta ve meseleye bakarken Allahın gönderdiği kitabın penceresinden ve Allahın peygamberinin gözüyle meselelere bakma mecburiyeti ortaya çıkmaktadır.
Kuran çalışmayı, didinmeyi, araştırmayı emretmektedir. Peygamberler de hadis ve sünnetleriyle bu ilahi emri ümmete açık ve beyan etmişlerdir. Hiçbir peygamber araştırma ve keşif yoluyla Allah’ı bulun, onunla tanışın dememiştir. Onu gönül gözüyle kavramayı, onu akıl gözüyle idrak etmeyi işaret etmişlerdir.
Son asırda Anadolu ikliminde dengeleri bir hayli bozmuş olan Anadolu vehabiliği anlayışı( yanı nurculuk) veya suni olarak şişirilmiş bazı sosyete sözde cemaatler bu işin üzerine giderek aynen batıda olduğu gibi pozitivist bir yaklaşımla dinin içi boşaltıldığı gibi şimdi de İslam dininin içi boşaltılmak istenmektedir.
Üzerinde yaşadığımız evrende bizimle birlikte var edilen ve biz insanların hizmetine sunulan bütün canlı veya cansız varlıkların hepsi elbette Allahın güç ve kudretinin, akıl ölçüleriyle ölçülmesi mümkün olmayan yüceliğin bir işaretidir.
Bizim bahsettiğimiz durum daha başka bir durumdur. Kuran ayetleri arasında dolanarak veya bir takım matematiksel hesaplar yaparak gelecek adına hüküm veren çevrelerin şımarıklık derecelerinin bütün çizgileri darmadağın ettiğini düşünüyoruz.
Allahın peygamberinin bile gelecek adına ortaya koyma cüretini kendisinde bulmadığı konularda onun yolunda yürüdüğünü söyleyerek ondan bir adım öne geçmeye kalkması gerçekten şaşırtıcıdır.
Esasen bu konular benim alanım değildir ve bu konularda yazmamaya da özel bir gayret gösterme çabası içerisindeyim. Ancak işler çığırından çıktığında ve her ağzı olan bu konularda ahkâm kesmeye katlığında bizim de şımarma duygularımızın frenleri patlıyor ve biz de bu yazımızda olduğu gibi haddimizi aşmaya mecbur kalabiliyoruz. Yüce Allahın sonsuz merhametine ve affına sığınıyorum.
YAZIYA YORUM KAT