1. YAZARLAR

  2. Seyfullah FIRAT

  3. HADDİNİ VE ÇAPINI BİLMEMEK
Seyfullah FIRAT

Seyfullah FIRAT

Yazarın Tüm Yazıları >

HADDİNİ VE ÇAPINI BİLMEMEK

A+A-


                      Çağımız insanı belki de insanlık tarihinin en acılı ve en sancılı neslidir. Omuzlarında taşıdığı yük günden güne ağırlaşmakta ve önüne yığılmakta olan problemler her saniye çoğalmaktadır.

                   İnsanoğlunun sahip olmuş olduğu imkânlar, hayranlık uyandıran bilgi potansiyeli veya ulaşılmış bulunulan üstün teknolojik kudret maalesef dertlere çare olmaya yetmemektedir.  Bunca nimetlere rağmen, maalesef insanoğlu yinede her gün ve her saniye rota kaybı veya hedef sapması yaşamaktadır.

                     Böylesine üstün teknolojiye rağmen, insanoğlunun çaresizliğinin her saniye artmasının sebebi veya nedeni söz konusu imkanları insanoğlunun doğru kullanamaması veya sahip olduğu söz konusu güç ve kudretin insanoğlunu bir hayli şımartmış olmasıdır. İnsanoğlunun şımarması; şükür duygusu yerine benlik duygularına yenik düşmesi yaratanın katında kulluk sınırlarını zorlanması demektir.

                 Ne yazık ki; çağımızın hastalığı olan söz konusu şımarıklık her alanda olduğu gibi mana âleminde de ifrata kadar uzanmış ve Allahın varlığını peşin bir teslimiyetle kabullenmenin ötesinde, Allah’ı maddi delillerle ispat etme gibi bir hastalığın ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir.

                    Farz edelim ki; söz konusu arayışlar neticesinde bugünkü insanı tatmin edecek delillere ulaşılmış olsun. Acaba o zaman inanan insanın kulluk derecesi yükselmiş mi olacak veya acaba bu gayretler bizi hak olan seviye den koparı yeni bir kibre mi boğacak? Allah korusun bugün bazı çevrelerde olduğu gibi inanç dünyamıza reform başlığı adı altında bazı sapıtmış çevreler musallat mı olacak?

                    Bütün bu soru veya şüpheler bizi düşündürmekte ve her şeyi pozitivist mantıkla ele almaya çalışan gayretlere şüpheyle bakmamıza sebep olmaktadır. İslamiyet akıl dini olduğu kadar aynı zamanda insan aklının sınırlı olduğunu da işaret eden bir dindir. Tasarruf alanımız bellidir ve burnumuzu sokmayacağımız konularda bellidir.

                    Allah’ın varlığını gönül çerçevesinin dışına çıkarak bilimsel olarak ispata yeltenmek ne kadar doğrudur bilemem ama mangalda kül bırakmayan, her konuda fetva üstüne fetva vermeye kalkan sözde televizyon ulemasının bu konularda söyleyecekleri bir şeyleri olsa gerek.

                     Yazımızın başında bahsettiğimiz şımarıklığın dozu kaçınca ve birazda işin içerisine şeytan kırıntıları girince dini yorumlarda bir hayli şişmektedir.
                   
                     Her şeyin gerçek sahibi olan yüce Allah; kendisini bulma arayışında ve tanıma yolculuğunda olan kulunu muallâkta bırakmışsa, kendisinin yüce bir varlık olarak hislerle kavranıp tanınmasını dilemişse bunun da elbette bir hikmeti vardır. Yoksa Allah sahip olduğu sonsuz gücüyle her şeyi kullarına açık ve beyan eyler ve insanlığı sınava tabi tutmazdı. Böylesi bir durum belki de inanmanın tadını veya hazzını, belki de mükafatını da hükümsüz kılardı.

                   İçinden geçmekte olduğumuz çağa birileri her ne kadar medeniyetlerin kucaklaştığı, insanın yaratanına bir hayli yaklaştığı veya kâinat kitabının tercümesi sonucu insanoğlunun her şeyde Allah’ı görmeyi ve bulmayı başardığını iddia etseler de biz yinede maalesef bu iddialara katılamıyoruz.

                   Soğanın kökçüğünde veya başka herhangi bir bitkinin hücresinde Allahın mührünü arayarak Allah’ı ispat etmeye kalkmak ne kadar doğru bir inanıştır bilemiyorum. Ancak çok iyi biliyoruz ki; hiçbir peygamber ümmetine Allah’ın varlığını ispat etmek için ne soğanın kökçüğünü, ne de keçinin üzerindeki alacalarda Allahın varlığına delil arayışına çıkmamıştır.

                  Şimdi birileri hak peygamberlerin mucizelerinden bahsederek bizim aksimize materyalist veya şekilci bakışları din adına savunmaya devam edecekler. Varsın diledikleri kadar benim güzel insanımı kendileri uyuşturulmuş olduğu gibi uyuşturmaya devam etsinler. Gün olacak ve hak yeniden muzaffer olacak ve yalancıların maskeleri mutlaka bir gün mutlaka düşecektir.

                  Peygamberler insanları çirkinden, haramdan koparıp güzelle ve helalle buluşturmaya; kendisine veya ürettiklerine tapınan insanları Allaha kul olmaya davet etmişlerdir. Kelime i şahadet getirerek, peşin bir teslimiyetle kulluk elbisesini insana giydirmeyi metot olarak seçmişlerdir.

                  Allahın varlığını ispat etmek veya peygamberi vaazların doğruluğuna insanları inandırmak için ille de bir mucize göstermeye ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü böylesi bir durumda inanmanın hiçbir anlamı kalmaz, dünya hayatı imtihan dünyası olmaktan çıkmış olurdu.

                   Elbette gelişen bilimin veya konuşturulmaya başlatılan kâinat dilinin, yanı bilimsel keşiflerin Allaha giden yol üzerinde pusu kurmuş şeytanların işini zorlaştırmakta ve inananların üzerinde yürüdükleri düşünce raylarını güçlendirmektedir. Ancak tam bu noktada bir konu oldukça ciddiyet kazanmakta ve meseleye bakarken Allahın gönderdiği kitabın penceresinden ve Allahın peygamberinin gözüyle meselelere bakma mecburiyeti ortaya çıkmaktadır.

                  Kuran çalışmayı, didinmeyi, araştırmayı emretmektedir. Peygamberler de hadis ve sünnetleriyle bu ilahi emri ümmete açık ve beyan etmişlerdir. Hiçbir peygamber araştırma ve keşif yoluyla Allah’ı bulun, onunla tanışın dememiştir. Onu gönül gözüyle kavramayı, onu akıl gözüyle idrak etmeyi işaret etmişlerdir.

                 Son asırda Anadolu ikliminde dengeleri bir hayli bozmuş olan Anadolu vehabiliği anlayışı( yanı nurculuk) veya suni olarak şişirilmiş bazı sosyete sözde cemaatler bu işin üzerine giderek aynen batıda olduğu gibi pozitivist bir yaklaşımla dinin içi boşaltıldığı gibi şimdi de İslam dininin içi boşaltılmak istenmektedir.

                 Üzerinde yaşadığımız evrende bizimle birlikte var edilen ve biz insanların hizmetine sunulan bütün canlı veya cansız varlıkların hepsi elbette Allahın güç ve kudretinin, akıl ölçüleriyle ölçülmesi mümkün olmayan yüceliğin  bir işaretidir.

                 Bizim bahsettiğimiz durum daha başka bir durumdur. Kuran ayetleri arasında dolanarak veya bir takım matematiksel hesaplar yaparak gelecek adına hüküm veren çevrelerin şımarıklık derecelerinin bütün çizgileri darmadağın ettiğini düşünüyoruz.

                Allahın peygamberinin bile gelecek adına ortaya koyma cüretini kendisinde bulmadığı konularda onun yolunda yürüdüğünü söyleyerek ondan bir adım öne geçmeye kalkması gerçekten şaşırtıcıdır.
                  
                Esasen bu konular benim alanım değildir ve bu konularda yazmamaya da özel bir gayret gösterme çabası içerisindeyim. Ancak işler çığırından çıktığında ve her ağzı olan bu konularda ahkâm kesmeye katlığında bizim de şımarma duygularımızın frenleri patlıyor ve biz de bu yazımızda olduğu gibi haddimizi aşmaya mecbur kalabiliyoruz. Yüce Allahın sonsuz merhametine ve affına sığınıyorum.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
3 Yorum
  • Olcay / 11 Eylül 2013 Çarşamba 09:22

    Peygamber efendimiz(SAV)zamanında yaşamadığımız için günümüze kadar gelen güvenilir sağlam kaynaklardan dinimizi doğru öğrenebiliriz.Günümüzdeki sapık din anlayışlarınıde,geçmişteki sapık ilim sahıplerinin izlerini görebiliriz.Doğruyu anlayabılmek için mutlaka güvenilir samımı bir alımden faydalanmalıyız diye düşünüyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • Seyfullah FIRAT / 08 Eylül 2013 Pazar 09:55

    Sayın yolcu kardeş. Biz buralarda yorum yazan arkadaşlarımızdan kendi düşüncelerini yazmalarını temenni ederiz. Kopyala yapıştır tarzını pek beğenmiyorum. Bu konuda yorum yazarken keşke Kuranın dil ve yorumunu dejenere etmeden aktarmış olsaydınız. Allah in peygamberinin hiç bir şeyi eksik bıraktığını ve tamamlanması gereken kısımlar olduğunu da düşünmem. Peygamberler dışında vahiy gelen, peygamberlerin misyonunu paylaşan veya Allah in yalnız pegamberlere açtığı alanı tamamlamak üzere başkalarına da açmaya ihtiyaç duyduğu yaklaşımına da pek sıcak bakmam. İşte yazımızın konusu zaten bu dertleri işaret ediyor. Şimdi sizler düşünün ve çapını aşanları bir defa daha listeleyin lütfen. Eminim ki, ,içinde bulunduğunuz atalet kafesini kırmayı başarırsanız çok uzun bir liste yapmak zorunda kalacaksınız. Saygı ve dualarımla kal.

    Yanıtla (0) (0)
  • yolcu / 07 Eylül 2013 Cumartesi 10:13

    Sayın Fırat; ’Tasarruf alanımız bellidir ve burnumuzu sokmayacağımız konularda bellidir.’’ Dediniz ne doğru dediniz.
    En anlamsız şey; insanın vakıf olmadığı konuda yorum yapması ve görüş beyan etmesidir.veyahut sizin deyiminizle ‘’haddini ve çapını bilmemektir.’’
    bir makine profesörü tıp dalında bir pratisyen kadar söz sahibi deyildir.olamazda.aynı şekilde tıp dalında bir ordinaryüs profesör mühendislik alanında yeni mezun olmuş bir mühendis kadar söz sahibi deyildir.nerde kaldıki din alimlerinin eserlerine yetkisi ve bilgisi olmayan bir şahsin burnunu sokması….
    şimdi bu perspektiften yola çıkarak sizin yazınıza bir göz gezdirelim veyahut genel bir bakış yapalım.
    Yazınızda, 23 sene hapisler,tecritler,zindanlar,zehirlemeler,sürgünler ve türlü türlü işkencelere maruz kalan.dünya namına elindeki sepetten başka bir malı bulunmayan,sadece Allah için yaşamış olan.bediüzzaman said nursi nin Risale-i nur külliyatı ve öğretisi hakkında yorum yapmışsınız.
    Öncelikle bilmeniz gerekirki said nursı nın yaşadığı asır 1800 lü yılların sonları ve 1960 yılları arasıdır.o zamanlar… hala daha kısmen öyledir; insanların hastalığı iman zafiyetiydi.madde perstlikten ve tabiat perestlikten gelen Allahı inkar fikri insanlar arasında yayılmış bır çok devlet ve milletler bu hastalığa yenik düşerek.haşa Allah yoktur.(ateizm) Ağiret yoktur diyebilmişlerdir. Komünizm bu düşüncenin eseridir. Düne kadar okullarımızda bile Darvin teorisi öğretiliyordu..

    Bu asırda, din ve İslâmiyet düşmanları, evvela imânın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine koymuşlardır. tarihte görülmemiş bir halde münâfıkâne ve çeşit çeşit maskeler altında imânın erkânına yapılan sû-i kastlar pek dehşetli olmuştur. Çok yıkıcı şekiller tatbik edilmiştir.
    Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruâtında yapılan lâkaydlıktan pekçok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki, şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir, imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyâde imânın esâsâtıyla meşgul olmak, katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet hâline gelmiştir. Bu, Türkiye'de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.
    Evet, temelleri yıpratılmış bir binânın odalarını tâmir ve tezyine çalışmak, o binânın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?
    İnsan, saray gibi bir binâdır. Temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan bir şeceredir. Kökü esâsât-ı imâniyedir.
    İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, İmân ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı İmân ilmidir.
    Peygamber efendimiz 13 sene sadece Allah ı ve Ağireti anlatmış mücizelerle insanlara bu inancı ispat etmeye çalışmıştır.
    Şimdi bakalım Risale-i Nur külliyatı ne diyor…..
    "Arkadaş,Tevhid iki çeşit olur:
    "Birisi âmiyâne tevhiddir ki, "Allah'ın şeriki yok ve bu kâinat Onun mülküdür" der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalâlete düşmeleri korkusu vardır."
    "İkincisi hakikî tevhiddir ki, "Allah birdir, mülk Onundur, vücut Onundur, herşey Onundur" der; lâyetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve herşeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki, dalâlet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar."(1)(risale-i nur)
    Amiyane tevhidde kainatta ve herbir şey üstünde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelliyatını görmeden her bir sanat ve eser üstünde Allah’ın mührü hükmünde olan rububiyet ve uluhiyetini idrak etmeden, umumi olarak "Allah var ve birdir." diyor. Bu tarz bir iman sahih ve makbuldür, lakin imanın kemalat ve meziyetleri bu ami ve taklidi imanda yoktur. Küfür ve dalalet karşısında mukavemet edecek gücü de yoktur. Bu sebeple böyle iman sahiplerinin gaflet ve dalalete düşme riskleri yüksektir.
    "Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbirşeyi Allah'ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise, her şeyi Cenab-ı Hakka isnad etmekle beraber, her şeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu huzuru ispat, gafleti nefyeder."(2)(risale-i nur)
    Her şey ve her sanat üstünde Allah’ın isim ve sıfatlarını okuyup göremeyen insan, Allah’ı hatırında ve aklında tutamaz. Bu da gafleti netice verir. Sadece Allah’ın varlığını ve birliğini bilmek gafleti dağıtıp parçalamıyor.
    Allah’ı hakiki anlamda bilmek ve tanımak; varlığını bilmekten farklı ve başka bir şeydir. Şayet Allah’ın sadece varlığını bilmek, tanımak ve marifet için yeterli olsa idi, filozofların Allah tasavvuru da kafi ve yeterli olurdu. Halbuki Kur’an’ın Allah tasavvuru ile felsefenin Allah tasavvuru arasında çok fark var. Felsefe Allah’ı ilk sebep olarak kabul ederken, kainattaki tedbir ve terbiyesini inkar etmişler, görememişler. İşte avam insanın imanı da felsefenin bu Allah tasavvuru gibi verimsiz ve kısır bir tasavvurdur. Hakiki ve kamil bir tanımak ve marifet değildir.
    Tahkiki iman ve hakiki tevhitte ise, herbir şey üstünde Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisini görür ve okur her şeyin tedbir ve terbiyesi onun kudret elinde olduğunu müşahede eder. Nazarını hangi şeye çevirse, Allah’ı tanıtacak ve hatırlatacak marifet ile karşılaşır. Zerrelerden gezegenlere kadar her şeyde Allah’ın rububiyet ve uluhiyetini gözlemler ve her şey üstünde İlahi imza ve mühürleri müşahede eder. Bu da her an Allah’ı düşünmeyi ve onun esma ve sıfatı ile hemhal olmayı temin eder. Allah bir an olsun aklından çıkmaz. İbadet ve iman da buna uygun bir şekilde mükemmel ve kamil bir mana kazanır. İşte böyle bir imanda gaflet ve dalalet olmaz.

    Yanıtla (0) (0)