“HANGİ BÜYÜK RÜYA TAMAMLANMIŞTIR?”
“Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.” (Yahya Kemal)
Ahmet Hamdi Tanpınar bir yazısında (Cumhuriyet, 7 Kasım 1958) şöyle der:
“Dün Yahya Kemal’in eski talebesi ve aziz dostu Profesör Necmeddin Halil Onan’dan bir mektup aldım Yahya Kemal’in kabrine dair bir vasiyeti olduğunu bildiriyor:
“1937 veya 1938 senelerinde idi. İzmir’de güzel bir yaz akşamı Yahya kemal ile Kordon’daki Şehir Gazinosu’nda idik. Söz galiba Rindlerin ölümü manzumesiyle o mecraya dökülmüştü. Bana, öldüğü zaman taştan, sade bir mezar yapılmasını, taşın üstünde de yalnızca bu manzumesinin ikinci kıt’asıyla (üstteki dörtlük) adının, doğum ve ölüm tarihlerinin yazılmasını istediğini, “vasiyet” kelimesini kullanarak söylemişti.” (A. Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, S. 351, Dergâh Yay.1977)
Bu ünlü şair, “Ve serin serviler altında kalan kabrinde” mısraında geçen “serin” kelimesini on iki yıl bulamaz ve şiiri, bu kelimeyi bulana kadar bekletir ve bulduktan sonra yayınlar. Daha önce “serin serviler” tamlamasını “siyah serviler” şeklinde kurmuştu. Fakat bunun şiire tam olarak uymadığı düşüncesiyle, siyahın yerine daha uygun bir kelime aramıştır. Şiirin ritmik yapısında pek bir kayıp meydana gelmemesine rağmen, ölümü “asude bahar ülkesi” olarak düşünen şair için ölüm “siyah” bir görüntü vermemeli, iç serinliğini ifade eden “serin” kelimesi buraya daha yakışır diyerek onu bulana kadar beklemiştir. (Yeni şairlere duyurulur.)
Fazıl Ahmet (Aykaç)’in deyimiyle “Yahya kemal’de felsefi derinlik bulunmamaktadır.” Tanpınar bunu doğrulamakta ve “Yahya Kemal’de metafizik endişe de yoktur. Fakat birçok büyük şairlerde de yoktur. O, klasik şairdir. Bir şeklin adamıdır. Şüphesiz ki, Yahya kemal, Yunus Emre ve ya Mevlâna cinsinden bir şair değildir.” (a.g.e S.307)
Yahya Kemal Üsküp doğumludur ve çocukluğu orada geçmiştir. Küçük çocuk iken annesinin ona bir vasiyeti vardır. Der ki, “ Evladım, hayatında iki insanı çok sev: Biri Murat Hüdavendigâr Efendimizi (Balkanların fatihi padişah), diğeri de Hazreti Muhammed (AS) Efendimizi!”
Genç yaşında Paris’e kaçmasına rağmen, “jöntürk” olmadan “eve dönen” adam olmuştur. Annesinin bu vasiyeti onun hayatında hep yönlendirici olmuştur. Düşünce dünyası her ne kadar Batılı idi ise de kendi medeniyetinin fiziksel görüntüsüne hayran yaşamış ve onu eserlerinde dillendirmiştir. Almış olduğu tahsil, yetişme tarzı onu derûni düşünceden uzak tutmuştur. Fakat, hayatı boyunca hiçbir eseri kitap olarak yayınlanmamasına rağmen, pek az şair bir toplum tarafından onun gibi kayıtsız ve şartsız kabul edilmiştir. Bu durum, geçmişin tamamen yok sayıldığı, geçmişe ait düşmanca tavırlar geliştirildiği bir zamanda, kendi medeniyetini sanatlı bir şekilde dile getirmesi sonucunda, halk tarafından kabulünü de göstermesi açısından anlamlıdır.
Tıpkı Cengiz Aytmatov gibi. Aytmatov çocuk yaşında iken, Stalin tarafından babası öldürülür ve bilinmez bir yere gömülür. Cengiz Aytmatov hep baba hayaliyle yaşar ve kelimelerini bir silah gibi kullanarak komünizme kurşun sıkar. Fakat bu sanatkârca yapıldığı için hiç kimse buna karşı duramaz. Bu nedenle sanat aynı zamanda çok kuvvetli bir silah ve dayanaktır. Sanatın kurallarına uyularak yazılan, yapılan eserler uzun seneler yaşayabilir. Bu da herkesin işi değil, gerçek sanatkârların işidir. Sanat asla popülizmi kabul etmez.
Yahya Kemal’in çok güzel konuştuğunu, talebesi A. Hamdi Tanpınar da ikrar eder ve der ki, “Anekdotu hiç ihmal etmezdi.”
Dozunu kaçırmadan insanın kendini eleştirebilmesi, konuşmalarını anekdotla süslemesi, somuttan soyuta ilkesini yazı ve konuşmasında kullanması ve bunları bir sanat çerçevesi içinde yapması, onun yazısını ve konuşmasını canlı tutar, değerini artırır.
“Hangi büyük rüya tamamlanmıştır?” Gelecek, büyük rüya görenlere kucağını (ülkesini) açacaktır. Dedikoduyla geçen ömrü ömürden saymamak gerekir. Dedikoduyla hayat sürenleri de insanlıktan!..
D. Ali TAŞÇI (dalitasc@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT