HEPİMİZİN SON ADI: ÖLÜM!
İsmimizi koyanlar bilirler ki, ölüm geldiğinde adlarımızı da alıp götürecektir. İsmin unutulduktan sonra artık hiç yaşamamış gibisin. Nice adları yutmuştur, ölüm!
Öyle bir gücü vardır ki ölümün, bütün boyunları büker ve ardından gözyaşlarından yanaklarda iz bırakır.
İnsan dünyaya gelince yaşama doğru bir koşu başlatır.
Doru atlar gibi başı dik ve bakışı keskincedir.
Koşusunun sonsuza dek süreceğini zanneder.
Engel tanımaz, koşar.
Tökezlese bile yeniden toparlanır ve yürüyüşüne devam eder.
Koşarken ve yürürken hayalleri vardır: Mutluluk perisini yakalayacak ve onun sırrını çözecektir. Dünyayı anlamlı kılan anlayışlar edinecektir.
Asıl içindeki duygu, ölümsüzlüğün nabzını tutmaktır. Bunun için dünya denilen alanı boydan boya doldurur. Sonsuza dek girip çıkmak adına evler kurar. Şarkılar söyler, sonsuzluk nağmelerine vurgular yaparak. Çocuğunda, hayatının devamını görür ve ona bakarken mutlu olur. Bu nedenle bütün uygarlıkları, ölümden kaçan insanların yol düşünceleri olarak görebiliriz. Yapıp ettiklerimiz sevgiyle oluşsa da, her şeyin temelini ölüm korkusu kuşatır; çünkü onun girmediği mekân yoktur. Mademki en mahremimiz olan cana hiç sormadan girme izni var, ne zaman ve nasıl geleceği herkesi ilgilendirir ve de ürpertir.
İnsan dünyada yaşama doğru koşarken, aslında ölüm yurduna gittiğinin farkında değil. Aslında farkında da, bildiği halde bilmezlikten geliyor; tecahul-i arif yapıyor. Hakikatten kaçmak, insanın en büyük zaafı galiba. Bu nedenle dünya, hakikatten kaçanların yurdu olmuştur.
Güzelliklerin kışıdır ölüm; fakat karnında nice baharlar taşır. Babanın erlik suyu, anne rahminde ölünce, dünya baharına merhaba der çocuk. Ölüm, anne rahmi gibi kuşatır bizi. Kimi zaman serttir yüzü, kimi zaman bir ipek kadar yumuşak elleri. Öyle bir somut görüntüsü vardır ki, gözlerden iplik iplik yağar. Ve öyle de bir sessiz gelişi var ki, hiçbir radar onu görüntüleyemez.
Ölümün gözyaşları, mezarlıklar!.. Her kabir boylu boyunca uzanmış bir gözyaşı. Her mezar, insanın son sözü, hitamesi. Cümlelerden oluşur kitaplar ve dünya, mezarlıklardan. Mezarlıklar ölümün cümleleridir adeta. Okumamız gereken en önemli kitap olarak karşımızda durmaktadır. Söylenmedik ne sözler kalmıştır veya söylenmedik söz kalmış mıdır dünyada?
Cümle bitince nokta konur; her nokta, cümlenin kıyametidir. Her insan bir noktadır ve nice noktalar konmuştur şu kara toprağa. Fakat noktaların da bittiği yer vardır, kitaplar. Bir gün bütün noktalar kondu denilerek kitap dürülecek. Ve işte o zaman insanın bütün hikâyesi okunmaya başlanacak, tüm noktalama işaretleriyle birlikte.
Evet, hayatın tek gerçeği var: Ölüm.
Mademki bütün gerçekleri yutabiliyor, ondan başka hayatın gerçeği yoktur ve olamaz. Parantezin içindekilerini sıfırla çarptığınızda, parantezin içinden artık söz edilebilir mi? Hayatı paranteze alan ve onu sıfırla çarpandır, ölüm! İnsan gerçekle yüzleşmek istemediğinden ondan kaçar; ondan kaçarken ona gittiğinin de farkında olarak.
Ölüm, varlığın kimyasıdır; bütün sırları döker orta yere. Hayatın anahtarıdır, sonsuzluk kapılarını açar. Bütün şifrelerin kodu onda saklıdır.
Ölümün erişemediği tek yer vardır: GÖNÜL!
Ölüm, içi sevgi dolu bir gönül karşısına gelince, dizinin bağı çözülür, dili lal kesilir, konuşamaz. Nice nefret saraylarını yıkmıştır, buna gücü yeter de sevginin barakasını yıkmaya gücü yetmez; çünkü aşkın kimyası, ölümü buharlaştırır.
Gün gelir de insan ölüme çare aramaya kalkışırsa, sevgi kimyasını kalplere enjekte etmeyi en başta deneyecektir; çünkü seven herkes diridir.
Ölüm, karanlık yüzüyle gelir insana; ne ki, seven bir kalple karşılaşınca ölümün yüzü ağarır. Böylece ölen insan hiç karanlık görmeden ışık tayflarına karışır. Bu, kutlu ölümdür.
Bir mezarlığa gidin ve öte dilinizle mezardakilere dünyadan haber verin:
“Hanımlarınız evlendi, mallarınız dağıtıldı, çocuklarınız yetimlikler içinde büyüyor; diktiğiniz binalarda şimdi düşmanlarınız oturuyor. İşte dünya haberlerimiz bunlardır. Sizde ne var? ”
Ölülerden cevap gelecektir:
“Kefenler yırtıldı. Saçlar dağıldı. Deriler soyuldu. Gözümüz ve burnumuz kan ve irin akıttı. Yaptıklarımızın karşılığını bulduk ve biz amellere bağlıyız.”
Var olduklarını sananlara ölüm acı verir; varlığa teslim olanlara ölüm, varoluş beratıdır.
Herkese ölüm kendi renginde gelir; çünkü ölüm renksizdir, gittiği yerin rengini alır.
Gönüllerinde Rabbi ile sohbet edenlere ne yapabilir ki ölüm?
YAZIYA YORUM KAT