1. YAZARLAR

  2. Seyfullah FIRAT

  3. HERKES GÖREVİNİ YAPIYOR
Seyfullah FIRAT

Seyfullah FIRAT

Yazarın Tüm Yazıları >

HERKES GÖREVİNİ YAPIYOR

A+A-

             Dünyanın hiçbir yerinde veya her hangi bir zaman diliminde hiçbir millet temel orijinlerini baypas ederek hayat sürdürememiştir. Her millet veya topluluk kendi milli değerleri ve ortak kültürleri sayesinde hayatiyet kazanırlar. Tarih göstermiştir ki; hangi millet kendisine sırt dönmüş ise veya kendi kültür hayatında keskin virajlar peyda etmiş ise o topluluklar tarihin mezarlığına yerlerini almışlardır. Hiçbir bitki kendi iklim dünyasından, kendine uygun toprak parçasından başka bir yerde nasıl ki sağlıklı bir şekilde yetişemez ise, insanlar da kendi içerisinde yetiştikleri kültür ortamı dışında başka yapay bir kültür içerisinde kendisi olarak kalamazlar. 

            İçinde bulunduğumuz çağın milletleri, geçmişe göre çok farklı değiştirilmelere veya dönüştürülmelere şahitlik etmektedir. Global veya küresel dayatmacı kültürlerin etki alanında kalarak milletlerin sosyal hayatına yapılacak her müdahale, o toplumun sessiz ve sedasız bir şekilde işgale uğramasından başka hiçbir şey değildir. Hormonlu sebzeler veya meyveler peyda edildiği gibi, hormonlu milletler veya topluluklar da peyda edilmek istenmektedir. 

           Asırlarca karşı durduğumuz veya söz konusu reaksiyonumuz sayesinde ayakta kaldığımız batı kültürünün etki alanına girerek çağdaşlaştığımızı düşünenler bu millete ihanet içerisindedirler. Dünyaya entegre oluyoruz gibi katmerli yalanların gölgesinde atılan her adım, yapılmaya çalışılan her sözde değişim; değişimden ziyade zoraki bir değiştirilmedir. Global veya küresel Emperyalistlerin bütün stratejileri milli değerleri aşındırmak, milli devletleri çökertmek ve bunun neticesinde de milletleri imha etmekten ibarettir. Bu gerçeğin farkın da olan Japonlar ve diğer bir takım uyanık milletler kendi milli orijinlerinden kopmadan çağların ötelerine geçmeyi hedeflerken, her nedense bizim sözde entelektüellerimiz veya siyasetçilerimiz kendi temel değerlerimize sırt dönerek milletimize yeni bir format atmanı hastalığının peşinden sürüklenmektedirler. 

          Kökleri ve renk ayrıntıları Atatürk’ün öldüğü günlere kadar uzanan ve bugün ayyuka çıkan batılıların peşine takılma hastalığı son zamanlarda bütün beşeri ve maddi hayatımızı maalesef kuşatma altına almış durumdadır. Milletin kaderine hükmedenler yine maalesef bu oyuna gelmiş zavallılar olmanın ötesine bir adım dahi atamayacak kadar güçsüz ve mecalsiz bırakılmışlardır. Kimileri geçmişe düşman edilmekle, kimileri tehdit veya şantajlarla korkutularak resmen birer kukla haline getirilerek bu milleti imha etme görevini bilerek veya bilmeyerek üstlenmiş bulunuyorlar. Elbette her millet kendi kültür dünyası içerisinde gelişir ve değişir. Hiçbir millet bulunduğu noktaya takılı kalarak varlıklarını devam ettiremezler. Ancak; bu noktada değişmekten veya gelişmekten bahsederken veya bunun özlemini duyarken küresel odakların zoraki değiştirme ve ya dönüştürme operasyonlarına yem olmadan bu süreçler geçilmelidir. 

        Bütün ön yargılarımızı bir tarafa iterek düşünecek olursak, içinden geçmekte olduğumuz süreçte müdahale edilmeyen, yozlaştırılmayan tek bir değerimiz veya kutsalımız kalmış mıdır?  Kültür hayatımız tepe takla edilmiş, ekonomik hayatımız özelleştirme adı altında küresel odakların himayesine terk edilmiş, dini hayatımız ise hepsinden daha tehlikeli bir şekilde, küresel odakların stratejilerine hizmet edecek şekilde dizayn edilmiş olan cemaat veya tarikatlara terk edilmiş durumdadır. Bugün resmen İslam tartışılmakta, ellerinden gelse yeni bir İslam keşfetmeye kadar işi götürmeye niyetli olan ucubelerin düdükleri ötmektedir. Kurtuluş savaşının ağır şartları altında atlarıyla cami çevrelerinde toplanan şühedalarımız camilerimizi at ahırlarına dönüştürdüler diye geçmişi karalamaya çalışan mendeburlar her nedense bugün kiliseleri törenlerle açanları görmezden gelebilmektedirler. O günün şartlarında camilerimizi at ahırlarına döndürdüler diye milleti kendine düşman etmek isteyen bindirilmiş kıtaların kiralık şövalyeleri her nedense o günlerde egeye girdiklerinde oğlan çocukları köy camilerinde toplayıp kirleten yunan domuzuna karşı, sakin onlara silah çekmeyin, onlar bizim misafirlerimizdir diye fetva veren satılmışları bilmezden gelirler. 

           Bu toprakların üzerinde yaşayan insanlar çok acılar gördüler ama en ölümcül sancılarını maalesef son yıllarda ve bu günlerde yaşıyorlar. Çok ciddi ve ciddi olduğu kadar bir o kadar da kirli bir beyin yıkama operasyonuna muhatap edilmek istenmekteyiz. Bu millete diş bileyenlerin kiralık çetesi terör örgütleri masumluk pozisyonuna taşınmak istenirken, terörle mücadele etmiş şerefli insanlar suçlu ilan edilmekte veya bu devlet sorgulanmaya kalkılmaktadır. Bütün bu densizlikler değişiyoruz denilerek kotarılmakta ve millet imha edilirken güçleniyoruz ninnileriyle millet evlatları uyutulmaktadır. Küresel odaklar iktidar ve muhalefet çevrelerine görevlerini vermişler ve herkes verilen görevlerini yapıyorlar. İktidarın yaptıkları veya yapmak zorunda bırakıldığı durumlardan müteşekkil manzara ortadadır. İktidarın yaptıklarına karşı muhalefet olanlar da istenilen şekilde çeşitli ayak oyunlarıyla devre dışı bırakılmıştır. Bu milletin deli sevdalıları olan Bozkurtlar evlerine tıkanmış, pencereye yaklaşanları susturmak içinde birileri avazı çıktığı kadar iktidara saldırarak penceredekilerin gazları alınmaktadır. Muhalefetin diğer kanadı her ne kadar muhalefet eder görünse de o da görevini yapmaktadır. Kısaca millet oyalanmakta ve birileri de milletin kimyasını değiştirmekle görevlerini icra ediyorlar. Velhasıl herkes görevini yapıyor ve hiç birinin diğerinden farkı yok. 

          Benim âcizane tespitim budur. İktidarıyla ve muhalefetiyle insanlığın omurgası olan Türk milleti ameliyat ediliyor. Bu milleti imha etmeden koca bir insanlığı kuşatmanın imkânsız olduğunu bilen küresel odaklar yıllarca yürüttükleri sinsi programlarla bu ülkeyi bugünkü noktaya getirmeyi başardılar. Tek korktukları şey bu milletin bir gün yeniden uyanma ihtimalinin halen canlı olmasıdır. İşte ben o kutlu günün özlemiyle doluyum.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
16 Yorum
  • İsmet Kösoğlu / 01 Şubat 2013 Cuma 23:36

    İktidar olanlar her fırsatta ben bu ülkede ameliyat yaptırmam diyor,İmralı ile görüşen şerefsizdir diyor,Habur benzeri açılımlar devam ederse....ben ne mutlu Türküm diye haykırmaya devam edeceğim.İnadına Türk İnadına Müslüman başkası varmı....

    Yanıtla (0) (0)
  • Öztürk / 01 Şubat 2013 Cuma 22:26

    Sanırım ayni yazıyı okumamıza rağmen ayni şeyleri anlamıyoruz ne diyor hoca “İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türk boylarının ırkî ve kavmi özelliklerini de koruyamadıkları” Şimdi bu doğrudur da, İslami kabul etmedikleri için mi ırkı ve kavmi özelliklerini koruyamadılar? Bu doğru mudur? Örneğin Balkanlara göç etmiş Müslüman olmayan Türkler tüm ırkı özelliklerini kaybettiler ama bunun sebebi sadece İslam olmadıkları için değildir. Mesele süt yoğurt meselesi değil bu iddianın yanlışlığı konusudur.
    Diğer taraftan Müslüman olanlar da ırkı ve kavmi özelliklerini kaybettiler Örneğin Oğuz boyu zaman içinde dillerini, adetlerinin büyük bölümünü, giyim kuşamlarını vs kaybettiler. Hatta diyebiliriz ki, Kısman Araplaştılar. Her din kendi âdetini, töresini, kuralını vaz eder bu esastır. Kalkıp birisi diyorsa ki, Müslüman olmayanlar kaybetti, Müslüman olanların fıtratı zaten uygundu onlar kaybetmedi. Bu kocaman bir yalandır. Mesele budur. Bunun ayranı suyu olmaz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Seyfullah FIRAT / 01 Şubat 2013 Cuma 21:11

    Yazısından alıntı yaptığım Hoca kendi alanında samimi olanlardan birisidir. En azından kendisini Türk kabul eden az sayıda ki benzer çizginin ilim adamlarındandır. Biz, orta yere bir kazan süt koyduk. Siz bundan yapılabilecek yağı, yoğurdu görmezden gelip yalnız Ayran suyundan dolayı bir kazan süte nankörlük ederseniz sanırım doğruyu yapmış olmazsınız. Hoca şunu diyor. Kavimleri Allah yarattı ve dilleri de Allah inşa etti. Her milletin kendisine ait bir fıtratı vardır. İslam bunların hepsinin üstünde birleştirici bir unsurdur. Bunun neresi yanlıştır Öztürk arkadaşım. Sizin düşünceleriniz de tıpkı hocanın düşünceleri gibi doğru yanları olduğu kadar yanlış taraflarınız da vardır. Bahsettiğiniz Mezar hikayesi gibi elbette İslam dünyasına sonradan giren ancak niyet ve sitil bakımından islama zararı olmayan durumlar söz konusudur. Emevi fitnesini Türkler pey da etti diyemezsiniz sanırım. Benzer tartışmalar veya hedef kaymaları her zaman ve her dinde olmuştur. Mesele Ana damarı canlı tutabilmektir. İslam Araplara mahsus bir din değildir. Her kavme bir peygamber indiğini haber veren Kurandır. İlahi mesajlarla müşerref olmuş olan İslam öncesi toplumlara bugün papazlara duyduğumuz muhabbeti duyamıyorsak işin arka planında ki sancı dini değil dir. Olsa olsa bir gen bozukluğudur.

    Yanıtla (0) (0)
  • Öztürk / 01 Şubat 2013 Cuma 19:45

    “İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türk boylarının ırkî ve kavmi özelliklerini de koruyamadıkları” bana göre doğru bir tespittir. Ancak özelliklerini koruyamama nedenleri sadece İslami din olarak kabul etmemeleri değildir. Onlarca nedeni vardır ki, bunu bir nedene hele İslami kabul etmemeye bağlamak aldatmaca ve kocaman bir yalandır.
    “Türkler Müslüman olduktan sonra millî değerlerinden önemli bir kayba uğramamışlar, buna karşı çok önemli
    kazançlar elde etmişler, İslâm'a yatkın fıtratlarını geliştirerek büyümüşler; öldürücü, yıkıcı, sömürücü olarak değil, adalet, hakkaniyet, hizmet ve yüksek ahlâkî değerlerin temsilcisi olarak cihan hâkimiyeti mefkûresine ulaşmışlardır. Türklük ile Müslümanlığın imtizacından doğan bu büyük medeniyetin gerileme sebeplerini yine bu iki unsurda aramak çelişkiye düşmek olur.” Hoppalaaaaaaaaa.
    Bu sayın hocanın herhalde İslam öncesi Türk kavimleri hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Gerektiği takdirde ayrıntıya gireceğim ama şimdi şunu diyebilirim. İslam’ı kabul eden Türklerin tüm değerleri baştan aşağı değişmiştir. Ancak bir süre sonra değişen değerlerin bir kısmı İslam’a tekrar (bidat ve hurafe olarak tekrar) girmiştir. Ve bugün bunların din ile ilgisinin olmadığını Şaman Türk âdeti olduğunu bilen dahi çok azdır. Bir örnek: Mezarların (mermer ya da başka malzeme ile) süslenip şaşaalı hale getirilmesi.
    Türkler Müslüman olmuş fıtratları yatkınmış cihan hâkimiyeti mefkûresine ulaşmışlar (miş), peki neden gerilemişler. Haaaa o mu onu Türklük ve Müslümanlıktan uzaklaşmalarında arama! Ararsan çelişki olur (muş) Yapma! İslamiyet’te CİHAN HÂKİMİYETİ MEFKÜRESİ mi varmış? (hemen bir akli evvel çıkıp ta İla-i kelimatullah demesin. Biraz düşünsün) Osmanlının duraklama ve gerileme dönemini biraz oku hocam. Anlatımın kendi içinde çelişki ifade ediyor. Dilin kemiği yok diye meseleleri işine geldiği gibi eğip bükme, bükme ve gerçekleri yaz ki, yanlış bilgi ile beslenmiş palazlanmış ucubeler yaratmayalım. Ecdadımızın iyisi de bizim kötüsü de bizimdir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Seyfullah FIRAT / 01 Şubat 2013 Cuma 12:57

    Bu konuda isterseniz uzman olan bir değerli şahsiyeti konuşturalım. Bu yazısı iki gün kadar önce basında yer aldı. İslamiyetle Türklük kavramı üzerinde Hoca konuşsun. Eminim ki, Hocamızın talebelerinden olup beyni iğfale uğrayanlar bu yazıya isyan edecekler. Hocanın tırnağı bile olamayanlar meseleyi ters yüz edip yorumlar yazacaklar. İlk defa kopyala/ yapıştır yapacak olduğumdan dolayı değerli okuyucularımdan özür dilerim. Biz meramımız anlatamadık Bu konuda isterseniz uzman olan bir değerli şahsiyeti konuşturalım. Bu yazısı iki gün kadar önce basında yer aldı. İslamiyetle Türklük kavramı üzerinde Hoca konuşsun. Eminim ki, Hocamızın talebelerinden olup beyni iğfale uğrayanlar bu yazıya isyan edecekler. Hocanın tırnağı bile olamayanlar meseleyi ters yüz edip yorumlar yazacaklar. İlk defa kopyala/ yapıştır yapacak olduğumdan dolayı değerli okuyucularımdan özür dilerim. Biz meramımız anlatamadık demek ki. Şimdi bu işlerin uzmanı olan değerli bir hocayla baş başa bırakıyorum.



    Müslümanlık ve Türklük
    Tarihte İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türkboylarının ırkî ve kavmî özelliklerini de koruyamadıkları, zaman içinde köklü bir kültür değişimine uğradıkları görülmüştür.
    İNANILIR GİBİ DEĞİL! BU YÖNTEM İNGİLİZCEYİ KONUŞTURUYOR. NASIL MI? TIKLAYIN!


    31 Ocak 2013 Perşembe 09:30
    Çoktan tartışma dışı kalmış olması gereken bazı konuları siyaset
    hortlatıyor. İslam-ırkçılık ilşkisi de bunlardan biridir. Biz de
    hararetli tartışmaların cereyan ettiği dönemde yazdıklarımızdan bir
    kısmını bir daha hatırlatmak istedik:

    Varoluş açısından bakıldığında Müslümanlık kavimler, ırklar, mekânlar ve
    zamanlar üstüdür; varlığı belli bir ırka, kavme, zaman ve mekâna mahsûs
    ve bağlı değildir. Tarihte İslâm'ı din olarak benimsememiş bulunan Türk
    boylarının ırkî ve kavmî özelliklerini de koruyamadıkları, zaman içinde
    köklü bir kültür değişimine uğradıkları görülmüştür.

    Meşrûiyet açısından Türklüğe göre Müslümanlık, bu kavmin oniki asır önce
    benimsediği, bağlandığı bir dindir. Türkler Müslüman olduktan sonra
    millî değerlerinden önemli bir kayba uğramamışlar, buna karşı çok önemli
    kazançlar elde etmişler, İslâm'a yatkın fıtratlarını geliştirerek
    büyümüşler; öldürücü, yıkıcı, sömürücü olarak değil, adâlet, hakkaniyet,
    hizmet ve yüksek ahlâkî değerlerin temsilcisi olarak cihan hâkimiyeti
    mefkûresine ulaşmışlardır. Türklük ile Müslümanlığın imtizacından doğan
    bu büyük medeniyetin gerileme sebeplerini yine bu iki unsurda aramak
    çelişkiye düşmek olur.

    İslâm dînî fıtrîdir; insanın fert ve toplum olarak yaratılıştan gelen,
    tabîatı icabı olan vasıf ve özelliklerine uygundur, bunlarla
    örtüşmektedir. 'Allah'ın insanlara yaratırken verdiği mahiyetten
    (fıtrattan) ibaret olan tevhid dînine kendini ver; sağlam din işte
    budur, fakat insanların çoğu bilmezler'(Rum-30/30) meâlindeki âyet
    fıtrat ile hak din arasındaki bağı ifade etmektedir. İnsan türünü
    diğerlerinden ayıran akıl, irade, estetik duygu gibi fıtrî özellikler
    yanında insan gruplarını, topluluklarını birbirinden ayıran özellikler
    de vardır. Kur'ân-ı Kerîm bunlardan ikisine işaret etmektedir: 'Allah'ın
    işaretlerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır, sonra siz zaman
    içinde yeryüzüne yayılan insan nev'i oldunuz.... O'nun işaretlerinden
    biri de gökleri ve yeri yaratması ve sizin dillerinizin ve renklerinizin
    farklı olmasıdır. Bilenler için şüphesiz bunlarda büyük işaretler
    vardır.'(Rum: 30/20, 22). İnsanlar bir kökten geldikleri halde yeryüzüne
    dağılıp çoğalıyorlar, dilleri ve renkleri farklı 'alt neviler', gruplar
    oluşturuyorlar. Renk biyolojik farklılıklara, dil ise kültür farklarına
    işaret eden anahtar kelimelerdir. Yine âyette geçen 'insanların dağılıp
    yerleştikleri yeryüzü' insan gruplarının bağlandığı, sahiplendiği
    toprağa; yani coğrafî unsura işaret etmektedir. Biyolojik, kültürel,
    coğrafî... özelliklerin biraraya getirdiği, birleştirdiği insan
    gruplarına Kur'ân-ı Kerîm'de 'kavim' denilmektedir. Yakından uzağa soy
    ilişkisi ise 'şa'b, kabîle, aşiret' gibi kelimelerle ifade edilmiştir:
    'Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık, ve tanışmanız için
    sizi boylara (şu'ûb) ve kabilelere ayırdık, şüphe yok ki Allah nezdinde
    en kıymetli olanınız O'na isyandan en fazla sakınır olanınızdır; Allah
    her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.' (Hucurât: 48/13. Aşiret için
    bkz. Şuarâ: 26/214; Tevbe: 9/24; Mücâdele: 58/22).

    Kur'ân-ı Kerîm'de 'millet' kelimesi 'toplumun dîni' yusuf:12/37),
    'ümmet' kelimesi ise 'bir peygambere, bir dîne... mensup insan
    topluluğu, gruplar' mânâsında kullanılmıştır. Bugün bizim millet
    dediğimiz toplum yapısını ifadeye en yakın kelime 'kavim'dir. Kur'ân-ı
    Kerîm'e göre insanlar bir kökten (topraktan), sonra bir ana-babadan
    (Âdem ile Havvâ'dan) yaratılmışlardır. Aynı kökten gelmelerine rağmen
    yeryüzüne dağılmışlar, dilleri ve renkleri farklı kılınmış
    (farklılaştırılmış), farklı kelimeler isimlerle anılan gruplara,
    topluluklara (cemâat ve cemiyetlere) ayrılmışlardır. Bütün bu oluşma ve
    gelişmeler fıtrat (yaratılış) icabıdır, tabiîdir, Allah'ın irâdesi ile
    olmuştur. Ayrıca birçok âyet ve hadîs yardımlaşma, ilgilenme, dayanışma,
    koruma konularında yakınlara öncelik vermektedir. Akraba, arkadaş,
    komşu, hemşehri... bu mânâda 'yakınlar' içinde yer almaktadırlar.
    (Nisa:4/36). İstisnâî durumlar dışında zekât sarfında da bu önceliğe
    riâyet edilmiştir. Hem geçmişin, hem gelecek nesillerin, hem de hâlen
    üzerinde yaşayanların hakkı bulunan yurdun (mülkün) korunması İslâm'ın
    önemli amaçları arasındadır. İnsanın, diğerlerine nisbetle yakınlarına
    daha fazla sevgi duyması da tabiîdir. Bütün bu tabiîlik, fıtrîlik ve
    teşvikler göz önüne alındığında 'aynı tarihi, kültürü (dîni, dili,
    âdetleri, zevkleri...) yurdu, mensubiyet şuurunu paylaşan insanların
    millet, kavim, ulus gibi bir isim altında bir grup teşkil etmelerine, bu
    grup içinde birbirini daha ziyade sevmelerine, korumalarına,
    dayanışmalarına, kültürlerini (ümmet camiâsına nisbetle
    alt-kültürlerini) geliştirmelerine ve bir değer olarak insanlığa takdim
    etmelerine' bu mânâda bir milliyete, hatta gerektiğinde milliyetçiliğe
    İslâm'ın bir diyeceği yoktur. Yeter ki bu milliyetçilik, ümmetin diğer
    gruplarıyla (diğer İslâm kavimleri ve gruplarıyla) ilgiyi kesmeye,
    bütünlüğü bozmaya, onlara ve diğer insan gruplarına haksızlık etmeye,
    İslâm öncesi inanç ve âdetlere dönerek dînin zedelenmesine sebep
    olmasın! Şüphe yok ki, İslâm'ın öngördüğü ve Müslümanları dâvet ettiği
    toplum yapısı ümmettir. Burada ümmetten maksat 'Hz. İbrâhîm'in (a.s)
    ismini koyup (Hac: 22/78) yaydığı, soyundan gelen son Peygamber Muhammed
    Mustafa (s.a.v.) ile tamamlanan dîne (İslâm'a ve bu mânâda millete)
    mensubiyet râbıtası ile birbirine bağlı insanların ve grupların
    oluşturduğu toplum yapısıdır.' Bu toplumun fertleri birbirinin
    kardeşidir (Hucurat:49/10), bu toplumun yurdu bütün mü'minlerin
    yurdudur, bu toplum, İslâm'ı din olarak benimsememiş, başka bir dîne
    mensup olmuş millet ve ümmetlerden ayrı ve farklı, onları kendi
    câmiasına dâvet eden, insanlığa alternatif bir dünya görüşü ve hayat
    düzeni sunan ve teklif eden bir ümmettir. Siyâsî, sosyal, ekonomik,
    hukûkî bağlar ve bağlantılar yanında bir üst ve üstün değere (İslam'a)
    bağlılık bu ümmetin gruplarını birleştirmiş ve bütünleştirmiştir

    Yanıtla (0) (0)