Herkese nasip olmayan iki kavram: sevmek ve sevilmek
“Küsmek ve darılmak için bahane aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.” ( Hz. Mevlâna. )
Çevremize baktığımızda, ne kadar çoğunlukta küsmek için bahane arayanlar, demekten kendimizi alamıyoruz. Küsmek için bahane aramak, sevecek bir kalbe sahip olamamanın tezahürü. Sevmeden de sevilmeyi beklemek ham hayal.
Yeryüzünde sevilip de buna karşılık vermeyen hiçbir varlık yoktur. Bir hayvanı seversiniz, size bağlanır, adeta köleniz olur. Bir bitkiyi seversiniz, yanınızda boy verir. Hatta bir taşı bile: “Allah korkusundan (Allah’a karşı duyduğu saygıdan) dolayı dağlardan aşağıya doğru yuvarlanan taşları görürsün.” (Bakara: 74) buyuruyor Allah, Kur’an-ı Kerim’de. Taşın kalbi sevgiye, haşyetullaha dayanamıyor, kum oluyor da ya senin kalbin?
Bir düşküne merhamet elini uzatmak, bir muhtacın ihtiyacını gidermek; yüzünde tebessüm çiçekleri açtırıp oraya konmak isteyen sevgi bülbüllerine yer açmak, sevilmeye layık olan insanların işidir. Başka gönüllere dokunmadan, kendi gönlün tutuşmaz çünkü.
Sevmenin ve sevilmenin tam mevsiminde bulunuyoruz: Depremzedelere merhamet elini uzatmak, hiçbir şey yapamasan bile hüzünlenmek, onlara yardım elini uzatanlara müteşekkir olmak, sevilmeye layık bir kalp taşıdığınızın da bir alametidir. Gazap içinde rahmet devşirmek, gani gönüllü insanların işidir. Ne yazık ki, yürekleri taştan da katı bazı insanlar, içimizde bir hastalık gibi gezip durmaktadır.
Bir tanıdığım vardı; akşam eve gelince, “Bugün ziyandayız ve mutsuzum.” derdi ve eklerdi, “ Bugün bir insana, bir hayvana, bir mahlûka hizmet edemedim, ruhum o kadar yorgun ki!” der, iç geçirirdi. Beden yorgunluğuna çareler ararız da ruhumuzun yorgunluğunu hiç fark edemiyorsak, ruhumuz baygın demektir. Ruhu uyandırmak için, Ruhu Yaratan’a iltica etmek gerekmez mi?
İçiniz katılaşmışsa, ruhunuz sıkılıyorsa o gün çıkın ve tanıyıp tanımadığınız bir muhtaca, en azından, bir yemek ısmarlayın. Göreceksiniz ki, iç dünyanız çağlayacak, kasavetleriniz dağılacaktır. İçinde infaka yer ayırmayan, nifaktan nasıl kurtulsun?
Hepimizin içinde padişahlık yatar. Padişah olamasak da bir yerde adımız anılsın, bir yerin başında olayım duygusu her insanda vardır. Bir çoban, padişahlık rüyası göremez mi, ama onun bu rüyasını yorumlarsanız, onun padişahlığına değil, baş çoban olacağına yorumlarsınız.
Her yerde olmak gibi bir anlayış taşıyan insanın, gönüllere girmesi gerekir; çünkü sevenler, sevdiklerini gönüllerinde taşırlar. Oysa bazı insanlar, yapıp ettikleriyle başka gönüllere adeta taş doldurur ve kendilerinin anılmasının önünü keserler, ya da kötü anılmayı hak ederler. Kötü anılan insan, meydana bırakılmış en etkili bomba gibidir; herkesten “intikam” almaya kalkışır. İyi anılan insan ise, sabah olunca bütün pencereleri ve evleri aydınlatan güneş gibidir, insana huzur verir. O, gülyağına vurunca nefis kokutur, pisliğe vurunca da necis koku yayılır. Suç onun değil, karşısındakinin yapısıdır.
Şöyle bir örnekle açıklayalım:
Ali ile Veli arkadaştır. Her ikisi de birbirlerini tanıdığından, zihinlerinde bir “Ali”, bir “Veli” vardır. Ali, Veli’ye bir kötülük ettiğinde, Veli’nin zihnindeki “Ali”ye bir darbe indirir. İyilik ettiğindeyse, Veli’nin zihni, Ali’yi sever. Şimdi, iyiliği ve kötülüğü Ali, Veli’ye mi yapmaktadır, yoksa Ali kendisine mi? (Karmaşık olduysa bir kere daha okuyun.)
Her insandan da iyilik, dürüstlük beklenmez; çünkü o, pahalıdır, ucuz insanlarda bulunmaz. Bazı insanlar vardır ki, onlar insanlığa armağandır. Fakat bazıları da, ders mahiyetinde, toplumda gezinip dururlar. Bunların varlığından, acı da olsa, ders çıkarmak bilge insanların işidir.
Yapılan her iyilik ve kötülük bir gün yeşerip karşımıza çıkar. Başka bir kimlikle de çıksa, daha önceki davranışlarımızın önümüze sürülmesidir. İyilikler, iç dünyamızı cennete açar, bizi ferahlatır. Kötülükler de cehennemi bir azabı içimize eker.
Bülbülle arkadaşlık edenlerin gidecek oldukları yer gül bahçesidir; fakat karganın peşine takılanlar kendilerini çöplükte bulurlar. Cins cinsini çeker.
Cahil bir kimsenin yanında sessiz kalmak en bilgece olan bir iştir.
Evden dışarı çıkarken iyilerle ve iyiliklerle karşılaşacağımızı ümit etmeliyiz. Neyi düşünüyorsak onunla karşılaşırız çünkü. Umulur ki, cebimizdeki son anahtar kapıyı açar. Gönül kapınız daim açık olsun. Bu kapıdan daha büyük ve mübarek bir kapı yok çünkü. Büyük kapılara sığmayan niceleri, iki metrekare toprağa sığdılar. Kendimizi başkalarıyla değil, dünümüzle bugünümüzü kıyaslayarak imtihana tabi tutmalıyız. “İki günü birbirine eş olan aldanmıştır.” Hadis-i Şerif’i hafızamızda hep saklı dursun!
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
ZEYL: Gönlünü göz yapıp bakanlara selam olsun.
YAZIYA YORUM KAT