Heyecanın varsa sen de varsın
Çocukluğumda, babamın almış olduğu ayakkabıyı, ayağıma giymeden önce onu başucuma koymuş ve öylece uyumuştum. O ayakkabının bana vermiş olduğu heyecanı daha sonra hiçbir maddi şeyde tadamadım.
Heyecanını yitiren insan, ölmüş insandır. Bizi ayakta tutan, hayata bağlayan şey heyecandır, dersek pek yanılmış olmayız.
Hayat basamaklarımıza bir göz atalım: Doğarız, dünya heyecanı ağlatır bizi. Büyüdükçe okula gitme heyecanı içimizi sarar. Sınav heyecanı, sınıf geçme kaygusu derken yaşamın bir başka gizemli dünyası kapımızı çalar: Sevda! Heyecan doruktadır. Bulutlu bakışların ardından yürek yangınlarının dumanı yükselir aşk tepelerine. Dalgınlıklar, heyecanın çocuğu, dikişsiz konuşmalar, delişmen aklın sarhoşluğu. Analar dizlerini döver:
“ Yavrum, çocuğuma bir şeyler oldu, başına bir hal gelmesinden korkuyorum.”diyerek.
Bilmez ki analar, sevdaya ev sahipliği yapmayan kalpleri ileride, dünyanın çirkinlikleri işgal edecektir. Sevda, kalbin koruyucu meleğidir, adeta!
Sevda, kalbi hep tetikte tuttuğu için düşmanın saldırısından korur. Düşman kimdir? Düşman senin nefsin. Yeni heyecanlar üretemedikçe, sen hep nefsinin kurbanı olacaksın. İç hicreti olmayanın heyecanı mı olurmuş?
Şehvetin getirdiği heyecanla rahmetin getirdiği heyecanı karıştırma! Biri, delinin elindeki bıçak gibidir, diğeri ise doktorun elindeki neşter gibi. Biri öldürür, öbürü diriltir. Sokakta yürürken, alevler fışkıran gözler gördün mü hiç? Ne kadar da çok onlar. Onlara hedef olursan sadece ahiretini değil, dünyanı da yakarsın. Çevrende olup bitenlere tanık olmuyor musun? Birbirlerine can sunan şehvetin çocuklarının kısa zaman sonra tüm heyecanlarını kaybettiklerini, hayatı yaşanmaz gördüklerini, cinayetler işlediklerini ve hatta intihar ettiklerini duymuyor, görmüyor musun?
Ve yine çevreni gözlemle, gözlerinden ışıklar akan insanlar göreceksin. Onlar şehvetle bakmaz; onlar, Rablerinin nuruyla nazar eder âleme; bunun için feraset ehlidirler. Gözlerinden gönüllerine köprü kurmuşlardır ve bu köprüden tüm yaratılmışların geçmesini isterler. Onlar dostturlar, insana can sunarlar. Sen, çevresine Allah ile bakanla, şeytanın gözüyle bakanı aynı mı görürsün?
Şehvet, evet heyecan verir; ama bu heyecan sel suyu gibidir; bolluğuna aldanmamalı, çünkü nefes kesici, boğucudur. Saf sevda öyle midir? O, pınar suyuna benzer, az akar; ama serinletici ve dirilticidir. Kalabalıklar seni heyecanlandırmasın, azlıklar da ümidini kırmasın. İstersen dene, şu meydana bir pislik koy, az öteye de bal dök. Yüzlerce sinek pisliğe konacak, ancak birkaç arının bala indiğini göreceksin. Aradığın kemiyet ( kantite-sayı ) olmamalı, sen keyfiyete ( kalite ) talip olmalısın; çünkü sen insansın. İnsan, doğruyla yanlışı, güzelle çirkini ayırabilen varlık demektir.
Şehvet, heyecan üreten değil, heyecan tüketendir; bunun için de hep açtır, doymaz; çünkü onun merkezi nefstir. İbadet, yani Allah’a kul olma duygusu ise, heyecan üretir ve o heyecan bitmez; çünkü onun merkezi kalptir.
Günde beş vakit namaz senin heyecanını doruklara çıkarmıyorsa, dikkat et, şehvetin ağzı sana dönüktür. İbadetlerinde, sevda pınarından su içen nice canlar, sonsuz mutluluğun heyecanı ve sarhoşluğuyla kanatlandılar da, nefsinin seline kapılanlar ise ebediyyen kaybedenlerden oldular.
Heyecanını kaybeden, geleceğini, umudunu, her şeyini kaybetmiştir.
Aile içinde de heyecanın önemi büyüktür: Eşler birbirlerini heyecanlandıramıyorsa, orada monoton, kasvet yüklü bir yaşam var demektir. Aile içindeki heyecanı kaybetmemek ve sürekli dozunu artırmak için, özellikle kadının sırrını koruması gerekir. Keşfedilmeye layık olmayan, sırrını deşifre etmiş bir kadının kıyameti kopmuştur. Kadın, bilinmeyen bir ülke gibi, erkek de meraklı bir kâşif gibi olursa, orada yeni kıtalar keşfedilir.
Batı, maddenin doruklarına ulaştığı için, onu maddi şeyler heyecanlandıramıyor. Evlilik denilen kurum da onu asla heyecanlandıramıyor. Şehvet o boyuta ulaşmıştır ki normal olan hiçbir şey onu tatmin etmiyor. O zaman ne yapıyor, sapıyor. Batı bir sapkınlıklar uygarlığıdır; orda her türlü, hatta şeytanın bile aklına gelmeyecek sapkınlıklar görürsünüz. Batı, çılgınlığını içkiye, uyuşturucuya sığınarak gidermeye çalışıyor. Genç olsam, içkinin Sosyo-psikolojik etkisi üzerinde doktora yapardım. Bir genç çıkar da bunun üzerine bir çalışma yaparsa, insanlığa büyük katkısı olur.
Heyecan, var olma bilincidir; yavrunuza bakar heyecanlanırsınız. Bir çiçeğe, bir hayvana bakar içiniz kıpırdar. Seversiniz; sevdikçe göz bebekleriniz büyür ve siz, insan olma onuruna ve zevkine ulaşırsınız. İnsan olmaktan daha büyük bir nimet var mıdır, dünyada?
Sevgili okuyucularım, beni de heyecanlandıran, sizinle sohbet ediyor olmaktır. Sohbet, kelimelerin can bulmasıdır. Gönülde demlenmeyen kelimelerle de sohbet olmuyor. Siz siz olun, heyecanınızı diri tutmak için sözcüklerinize ve gönlünüze sahip çıkın.
YAZIYA YORUM KAT