HİTLERİN FIRINLARINDA BÜYÜYEN MUSA
Geçtiğimiz hafta sonu, bir dizi konferans nedeniyle Münih/Almanya’ya davetliydim. Dolu dolu geçen üç günün ardından memlekete döndüm.
Münih, tarihe adını kanlı yazdırmış bir şehir. Atmosferinde hâlâ lânetler dolaşıyor.
Neden mi?
Sağ olsun gençler büyük bir heyecanla gezilecek, görülecek yerleri usanmadan bize gösterdiler. Gördüğümüz yerlerden biri de Hitler’in “gaz odaları ve fırınları” idi.
Dachau şehrine yakın Kazetckz denilen yerdeki vahşeti hâlâ görmek mümkün.
Çok geniş bir alana kurulmuş işkence haneler… Tarihin labirentlerinde sergilenmiş vahşet görüntüleri adeta gözünüzün önünden bir bir geçiyor.
Fırınlara bakıyorum gözlerimi fal taşı gibi açarak, gaz odalarında adeta kendimden geçiyorum. Çığlıklar duyuyorum çaresiz insanların dilinden dökülen. Fotoğraflar fotoğraflar, her biri iskelet gibi ve odun yığını gibi üst üste.
İnsanlar bu denli alçalabilir, vahşi olabilir mi? Kendisine benzer insanlara karanlık yağdırabilir mi?
Hitler’i tarih sahnesine çıkaran ne idi?
Hitler, Alman ırkını neden yüceltiyordu, onu başka ırklara, özellikle Yahudi ırkına, düşman kılan ne idi?
Yirminci asrı iyi anlamak için, bu çağı zehirlemiş dört insanı iyi tanımak gerekir:
Biri Marks’tır, her şeyi ekonomiye dayamıştır.
Biri Darvin’dir, insanın aslının maymundan geldiğini söylemiştir.
Bir diğeri Freud’dur, cinselliği kalkış noktası olarak almıştır.
Dördüncüsü de Durkhaim’dir ki, ‘insanları yaratan tanrı değil, insanlar kendi zihinlerinde tanrıyı oluşturmuşlardır’ der.
İşin ilginç yanı, dördü de Yahudi asıllıdır bunların.
Aslında insanı nefs boyutuyla aldığınız zaman, onların söylediklerinin tümüyle yanlış olmadığını görürsünüz. Ne var ki, insan sadece neftsen ibaret değil ki! Hakikat ondan sonra başlayandır.
Hitler, işte bu grubun harmanıdır ki, daha nice insanlar, bu sapkınların kurbanı olup çıkmışlardır.
Münih’te tarihin korkunç mahşerini zihnimde canlandırırken, bütün bunları da düşündüm ve her çağda Firavun’ların yaşadığına inandım.
Evet, her çağın kendine has Firavun’ları vardır ve bunlar, kendi toplumlarıyla birlikte, tüm insanlığın en derin acılarıdır. Bu acıları an be an hissetmek bir vicdan ve insanlık görevi olmalıdır.
Firavun’lar olur da Musa olmaz mı? Firavun’ların sihri (bilimi) olur da Musa’nın asası olmaz mı?
Binden fazla kişinin katıldığı konferansımızın ardından kitap imzalarken, yirmi yaşlarındaki bir kız çocuğu da kitap imzalatmak için yanımıza geldi; fakat tedirgin duruşu, bir şeyler söyleme isteği dikkatimi çekti.
Adını sordum, Tuğba dedi ve ağlamaya başladı. Şaşakaldım.
“Hocam” dedi, “ Biliyor musun, benim böyle yerlerde hiç işim olmaz. Ne var ki, neyin, nasıl geliştiğini ben de bilmiyorum. Babam eve gazete ile geldi. Gazetesinin içinden yere bir davetiye düştü. Bunun ne olduğunu babama sorunca, kendisinin de bilmediğini, bir arkadaşının ona beş Euro’ya sattığını söyledi.
Bugün yine bu davetiye gözüme ilişti ve gördüğünüz gibi bu soğukta konferansı dinlemek üzere salona geldim.”
Bunları söyledikten sonra yine ağlamaya başladı.
“Hocam, yeniden doğdum; yenidünyaların içindeyim ve kendimi şu an rüyada gibi hissediyorum ve bu anın hiç geçmesini istemiyorum.”
Dedik ya, Firavun’un olduğu yerde Musa da vardır. İşte şimdi Asiye ile beraberdim. Musa’ya ana olan, ona kol kanat geren ve Firavun sarayında yaşayan bir Asiye karşımda idi.
Hayat zıtlarla vardır. Her zorluğun ardından bir kolaylık mutlaka zuhur eder. Ne var ki insan sabırsızdır.
Dünyaya nice sahte peygamberler ve tanrılar gelmiştir. Peşlerinden de kitleleri sürüklemişlerdir. Halen bu durum devam ediyor ve kıyamete kadar da devam edecektir. Aslında insan hangi tanrıya inanırsa inansın, sonunda yolu Allah’a çıkmaktadır. İneği tanrılaştıran insan, ineğin de Yaratıcı’sının Allah olduğunu bilmese bile gidecek başka bir yeri var mıdır? Ne var ki bilinç kutsaldır ve insanlar bilinçleriyle vardırlar ve onunla hayata anlam verirler.
Meraklısına not: Yurt içi ve yurt dışı konferanslarımızın giderlerini, davet edenler karşılıyor, merak edenlere duyurulur.
YAZIYA YORUM KAT